Paylaş
Devlet Bakanı Güneş Taner, kendisi açısından yeni bir uygulama başlatmış. Bundan sonra televizyon kanallarında yapacağı özel açıklamalar ve söyleşiler için 5 bin dolar para isteyecekmiş. Alacağı parayı Güneydoğu'ya, ihtiyacı olan insanlara gönderecekmiş.
Kendisiyle hiçbir yakınlığım yoktur, ama bu davranışı nedeniyle kutluyorum.
İngiltere'den yayın yapan BBC radyosu, Türkçe yayınlarında kullanmak üzere bazen biz gazetecileri telefonla arar ve belli konularda görüşlerimizi sorar. Bu konuşma, bilemediniz üç dakika sürer... Ve hemen ardından, BBC'den 25 Sterlin tutarında bir çek gelir. Bütün yabancı kuruluşlarda da böyledir. Radyoda veya televizyonda bir programa, söyleşiye katıldığınız zaman bunun bir bedeli vardır ve kim olursanız olun, size para ödenir.
Bizde ise bütün yayın kuruluşları beleş üzerine kurulmuştur!
Çağırırlar, gidersiniz. Programa katılırsınız, beş kuruş vermezler.
Gazetecileri ve siyasetçileri günde birkaç kez radyolardan, televizyon kanallarından ararlar. Yayına telefonla veya canlı katılmanızı isterler. Buna katılmak için hazırlık yapacakmışsınız, zamanınız gidecekmiş, onlar için hiç önemli değildir.
Bu kuruluşlar milyonlarca dolarla oynarlar, ama size gelince beş kuruş vermezler.
Para istemeye kalkışsanız, isminiz paragöz'e çıkarılır! Sizinle alay etmeye bile kalkışırlar! Tam bir sömürü çarkıdır.
Yurtdışındaki yayın kuruluşlarından asla örnek almazlar, katılanlara karşılığını ödemeyi akıllarına getirmezler. Böyle bir uygulama kesinlikle yoktur, çünkü işlerine gelmez.
Siz diğer ülkelerde parti liderlerini, bakanları, gazetecileri, uzmanları vesaireleri böyle beleş tarafından ekrana çağırıp konuşturmayı bir deneyin bakalım!
Gülerler adama, gülerler!
***
Ama itiraf edelim, bu sömürü düzenini bir yerde bizler yarattık. Çoğumuz, yayın kuruluşlarından gelen her teklife balıklama atladık. Ekrana çıkmanın bir büyüklük, önemli olma, tanınma vesilesi olduğunu zannettik.
Dolandırıcılıktan hükümlü Mehmet Ali Birand ekranda program yapar. Program başına haftada 25 bin dolar para alır. Bu şahsın karşısına cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar ve aklınıza gelen herkes oturur. Yüz kızartıcı suçtan hüküm giymiş birinin karşısına bunlar bile seve seve oturunca, artık kime ne diyebilirsiniz!..
Ve programa katılanlara asla para ödenmez.
İster siyaset, ister magazin veya eğlence programı olsun, bunların sahipleri her ay milyarlarca lirayı cebe atarlar. Dışarıdan katılıp programa renk katanlar ise işin bedava çerezleridir.
Tam bir sömürü çarkı, tam bir sömürü düzenidir. İnsanları beleş tarafından kullanıp onların sırtından para kazanmanın tipik bir örneğidir. Türkiye'deki bütün medya kuruluşlarının ayıbıdır.
Bu nedenle, Güneş Taner'in bu davranışını son derece olumlu buluyorum. Herkesin bu uygulamaya sahip çıkmasını diliyorum.
Bir kimseyi ekrana, programına mı çıkaracaksın kardeşim?..
O halde o kimsenin emeğinin ve zamanının bedelini ödemek zorundasın.
Böylesine bedava yayıncılık dünyanın hiçbir yerinde yoktur.
Bu uygulamayı iki kesim, siyasetçiler ve gazeteciler başlatsa, zaten sorun biter ve beleşe alışmış olan medya kuruluşlarımızın yelkenleri suya iner.
Güneş Taner örneğinin Türkiye'de yaygınlaşmasını ve bu sömürü çarkının kırılmasını diliyorum.
ÖRSAN ÖYMEN
Dün gazeteci arkadaşım Örsan Öymen'in 10. ölüm yıldönümüydü. İstanbul'da mezarının başında anıldı. Genç kuşaklar Örsan'ı tanımaz. Milliyet'te ‘‘Politika Kazanı'' isimli sütununda muhteşem yazılar yazardı. Üslubu, ince esprileri, zekâsı ve her şeyi ile büyük gazeteciydi.
Gazeteciliğe 1977 yılında Milliyet'te başladım. Ankara Temsilcisi Orhan Tokatlı, daha ilk gün beni Örsan'ın odasına oturttu. Aynı odayı yıllarca ikimiz paylaştık ve Örsan'dan çok şey öğrendim.
Benim ilk ustam oldu.
Düşünün, çömez bir gazeteci, Türk basınının en baba isimlerinden biriyle aynı odayı paylaşıyor, onu her gün izliyor ve gazeteciliği kavramaya başlıyor. Gerektiğinde ona danışıyor, onun her davranışından bir şeyler öğreniyor ve kendi kendine ‘‘Haaa, gazetecilik demek ki böyle oluyormuş... Böyle olmuyormuş... Ben şunu yapmalıyım... Böyle yapmamalıyım'' gibi sonuçlar çıkarıyor.
Örsan'la geçirdiğim birkaç yıl, benim için gerçek bir gazetecilik okulu oldu. Bunu açıkça söylemekten şeref duyuyorum.
Onu sadece gazetecilik yönüyle değil, insanlığı ile de sevdim. Tertemiz, pırıl pırıl, mütevazı, sevecen ve dürüst insandı. Zaten o dönemde gazetecilik genelde temiz adamların elindeydi. Öyle satılık kalemler, liboşlar, hırsızlar, dolandırıcılar, iş bitiriciler, ihale takipçileri falan yoktu. Varsa da sayıları herhalde çok azdı ve etkin yerlerde değillerdi.
Rahmetli arkadaşım Örsan Öymen adına konulan gazetecilik ödüllerinden biri bana verildi. Meslek yaşamımdaki en büyük onurlardan biridir.
Bazen geçmiş yılları düşünüyorum da, ne gazetecilerle çalışmışım, onların dostu, arkadaşı ya da çırağı olmanın mutluluğunu yaşamışım... Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Turhan Aytul, İlhami Soysal, Teoman Erel, Uğur Mumcu...
Artık hiçbiri aramızda yok. Kimi öldü, kimi öldürüldü.
Gazetecilik derseniz, içinde trilyonlarca liranın, milyarlarca doların döndüğü acımasız bir sömürü çarkı, gazetecinin arkaya itildiği korkunç bir köle pazarı oldu! İnsan ilişkileri yozlaştı, halktan kopuldu, işin tadı iyice kaçtı.
Örsan'a ve aramızdan göç eden bütün namuslu ve dürüst gazetecilere Allah'tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsınlar.
Onları ve o dönemleri çok, ama çok özlüyorum.
Paylaş