AB'nin başbakanı konumundaki Bay Prodi ile genişlemeden sorumlu yüksek komiseri Bay Verheugen ülkemizi ziyaret ettiler, onur verdiler!
Sırtımızı aynı numarayla sıvazladılar:
‘‘Aferin çocuklar, iyi gidiyorsunuz. Aman yolunuzdan şaşmayın. Kıbrıs'ta gerekli ödünleri verin. Ayrıca Leyla Zana ile ekibini serbest bırakın.’’
Rastlantı mıdır, değil midir bilmiyorum. Bunların Türkiye gezisi, Zana ve ekibinin duruşma gününe denk geldi.
Adamlar artık açıktan söylüyor, yargıya bile müdahale küstahlığından kaçınmıyorlardı:
‘‘Onları serbest bırakın!’’
Bu ekip niçin cezaevinde? 1990'lı yıllarda -bugünkü DEHAP'ın dedesi olan- HEP isimli Kürtçü bir parti vardı. Seçimde Güneydoğu illerinden -SHP listesinden- milletvekili seçilmişlerdi.
Bunlar PKK terörünün en yoğun olduğu dönemde Meclis'e girdiler. Ant içme töreni yapılıyordu. Leyla Zana üzerinde PKK renklerinden oluşan giysilerle kürsüye çıktı, Kürtçe konuşmaya, ‘‘halklardan’’ söz etmeye, PKK ağzıyla mesajlar vermeye başladı. Ortalık birbirine girdi.
PKK'nın döktüğü kanlar sel gibi akıyordu. Her gün nice şehitler veriyorduk. Bu acımasız terör örgütü köyleri basıp küçücük bebeleri, yaşlı dedelerle nineleri, öğretmenleri bile kahpece öldürmekten utanmazken, Meclis'teki sözcüleri ona arka çıkıyordu.
* * *
Yargılandılar. PKK ve Öcalan'la bağlantıları belgelerle ortaya çıktı... Ve hapis cezası aldılar. Şimdi o cezayı çekiyorlar.
Zaman geçti, Türkiye AB'nin kucağına düşürüldü.
Osmanlı dönemindeki kapitülasyonları anımsatan, bazıları daha da beter olan koşullar, AB tarafından karşımıza tek tek çıkarılmaya başlandı.
Güneydoğu... Kültürel haklar... Kıbrıs... Zana ve ekibinin yeniden yargılanması... Ülke yönetiminde askerlerin devre dışı bırakılması...
Biz bunların tamamına ve daha nicelerine, ulusal çıkarlarımıza aykırı olduğunu bile bile ‘‘evet’’ dedik.
Bu süreç özellikle AKP iktidarı döneminde yoğunlaştı.
AB'nin tuzu kuruydu. Onlarda terör yoktu, bölücülük yoktu, irtica yoktu. Onlar Suriye, İran, Irak'la komşu değildi. Hemen yanıbaşlarında yuvalanmış silahlı terör örgütleri yoktu. Teröre binlerce kurban vermemişlerdi.
Bütün amaçları Türkiye'yi içinden vurmak, AB hayranlarını kullanıp ülkemizin elini kolunu bağlamaktı. Bunu yaparken Türkiye Cumhuriyeti'ne yüzlerce kez saygısızlık sergilediler. Umursamadık! Utanmadık!
Birileri ‘‘yaşasın AB’’ feryatlarını bugün de sürdürüyor.
* * *
En son somut istemi Bay Prodi'nin ziyaretinde yaşadık. Beyefendi ‘‘AB'nin arzusunu’’ dile getirdi:
‘‘Leyla Zana ve ekibi serbest bırakılsın.’’
Ertesi gün bunların duruşması vardı. Adamları gelip duruşmayı izledi. Leyla Zana'ya bilmem ne ödülü verildi, Avrupa'ya çağrıldı.
Fakat mahkeme bunları serbest bırakmadı. Bay Prodi şoke oldu.
‘‘Çok üzgünüm... Çünkü AB ilkelerinde fikir ve ifade özgürlüğü vardır’’ dedi!
Doğrudur! Ama Avrupa'da 35 bin can alan terör örgütleri yok. Avrupa'da ‘‘biz sizden ayrılmak istiyoruz’’ diyen bölücü takımı yok. ‘‘İrtica gelsin, din devleti kuralım’’ diyenler, takıyyeciler, ‘‘biz artık değiştik’’ yutturmacası yapanlar hiçbir Avrupa ülkesini yönetmiyor.
* * *
Avrupa'da, AB ülkelerinde hiçbir yetkili çıkıp kendi mahkemelerine ‘‘şu mahkûmları serbest bırakın’’ diyemez.
Diyeni rezil ederler. Kıyamet kopar.
Ama adamlar ülkemize geliyor ve bu isteklerini dile getirmekten çekinmiyor, utanmıyor.
Bizim hükümetten bir Allah kulu da ortaya çıkıp bunların ağzının payını veremiyor. Uslu çocuk gibi dinlemekle yetiniyorlar... Çünkü AB bize aralık ayında -eğer verirse- müzakere tarihi verecek ya!
Gebeliğimiz sürüp giderken onurumuzu AB'nin ayakları altında çiğnetiyoruz.
Evet, duruşma yapıldı. Zana ve ekibi tahliye edilmedi. Bay Prodi ‘‘Çok üzgünüm’’ dedi.
Atamız Osmanlı kapitülasyon belasından çok çekmişti. Atatürk döneminde bu pisliği başımızdan attık. Nereden bilirdik ki, aradan uzun yıllar geçecek ve aynı pisliği ‘‘AB'den müzakere tarihi alabilmek umuduyla’’ 2000'li yıllarda başka bir biçimde, ama yeniden yaşayacağız!