AVRUPA’nın aslanı olacaktık. AB’ye çatır çatır giriyorduk! AB ne isterse yapacak, "reform sürecini" en kısa zamanda bitirecek ve o sayede "Avrupalı" olacaktık.
Vatandaşımız kentte ve köyde çantasını alacak, içine birkaç kat çamaşır koyacak ve sonra "ver elini Avrupa" diyecekti. Vize mize yok, Avrupa bizi bekliyordu. Herkes AB ülkelerine gidecek, onlar da bizimkileri "hoşgeldiniz sevgili Türk dostlarımız" diye karşılayacaktı. Öğrenciye okul, işsize iş, hastaya doktor sağlayacaklardı.
Milletçe köşeyi dönecektik!!!
Hey gidi günler hey!
Başbakan ve hükümet, Avrupa’nın karşısında esas duruşta bekliyordu. Elbette bekleyeceklerdi, bu atılımı sağlamak, milyonlarca insanımıza köşeyi döndürmek kolay değildi ki!
AB bir istiyor, bizimkiler üç veriyordu. Asker devreden çıkarılıyor, AKP’nin istediği biçimde "demokrasi ve fikir özgürlüğü" hızla yerleşiyordu. Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olacak, laiklik rafa kalkacak, bastırdıkça bastıracaktı.
Hiç unutmam, bir AB gezisi dönüşünde bizim Melih’in belediyesine Ankara’nın Kızılay Meydanı’nda taklar kurdurdular!Başkente AB bayrakları çekildi.Kürsüden nutuk atıp milletimize o büyük başarının (!) öyküsünü anlattılar. Davul zurnalar çalıyordu, Türk milleti "AB üyeliğini" ve hükümetimizin olağanüstü başarısını kutluyordu!
Aylar ve yıllar boyunca AB ne istediyse yaptılar. Terörle Mücadele eden güvenlik güçlerinin yetkilerini bile sıfırladılar. Şimdi çark ettiler, kendi yasalarını önceki akşam kendileri değiştirmek zorunda kaldılar.
Ülkemizi biz değil, AB ile birlikte ABD ve IMF yönetiyordu. Teslim bayrağı çekilmişti.
* * *
Biz ise buralarda yırtınıyor, çırpınıyor, uyarıyorduk:
"Yapma ey hükümet, etme eyleme. Bu işin içinde büyük tezgáh var. PKK’ya güç ve destek veren bunlar değil mi? PKK’nın yayın organları bunların ülkesinde değil mi? Güvenlik güçlerinin yetkisini azaltmayın, biz İsveç, Danimarka, İngiltere değiliz. Sonra başımıza iş açar, şehitlerin kanında boğulursunuz. Kendi çıkarınız için Türkiye Cumhuriyeti’ni satışa getirmeyin. Ulusal onurumuzu bunlara çiğnetmeyin. Karşımıza Patrikhane’yi, Ruhban Okulu’nu, Kıbrıs’ı ve daha nice üstesinden gelemeyeceğimiz konuları çıkaracaklar, başımıza bela alacağız. Bunlar bizi sömürüyor, farkında değil misiniz?"
Oralara gittiler, öpüştüler, koklaştılar, sarıldılar. Bu uyarılarımız, yakarışlarımız umurlarında bile olmadı.
Şimdi takkeleri düştü, kelleri göründü.
Adamlar Kıbrıs konusunda bastırmaya başladılar.
"Arkadaş, limanlarınızı ve havaalanlarınızı Kıbrıs Rum Kesimi gemilerine ve uçaklarına açmak zorundasınız."
Bunun ne anlama geldiğini Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi çok iyi biliyordu. KKTC ve Kıbrıs Türkleri bir kenara bırakılacak, üzerlerinde uygulanan ambargolar aynen devam edecek ve Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanımak için ilk adımlar bu yolla atılmış olacaktı.
Recep Tayyip Erdoğan her şeyi yapardı ama bunu asla!.. Çünkü Türk milleti buna razı olacak hükümeti yaşatmaz, sandıkta devirirdi.
Bunu çok iyi biliyordu. Hemen AB’ye karşı efelenme ve dayılanma süreci başlattı...
"Vay efendim, biz buna razı olamayız!"
Söylediklerimiz aynen çıkmıştı.
Yıllar boyu AB kapılarında yalvaranlar, esas duruşta bekleyip AB’nin emirlerini yasalaştıranlar, reform yapıyoruz masalıyla milleti uyutup ülkemizi AB’nin direktifleriyle yöneten AKP iktidarı, Kıbrıs yumurtası kapıya dayanınca feryada başlamıştı.
Yumurtadan kuş mu çıkacak, civciv mi çıkacak, bilemiyorlardı.
* * *
AB’nin en yetkili kurum ve ağızları önceki gün açıklama yaptılar:
"Türkiye, Kıbrıs konusundaki taahhütlerine bağlı kalmaz, limanlarını ve havaalanlarını Rum gemilerine ve uçaklarına açmazsa ve ayrıca reformları hızlandırmazsa, müzakere süreci askıya alınabilir. Türk hükümetini bu konuda uyardık."
Aynı sözleri bugünden başlayarak dönem başkanlığını alan Finlandiya’nın Dışişleri Bakanı da söyledi.
Sopayı bu kez aba altından değil, açıktan gösterdiler.
Başımıza gelecekleri düşünmeden, sadece ve sadece Türk milletini AB masallarıyla uyutmaya kalkışanların, AB kapılarında yalvarıp yakaranların, onların kapılarında emir kulu gibi bekleşenlerin sonu işte budur.
Ahhh, neydi o parlak nutuklar attıkları günler!.. Kızılay’da kürsüler kurulmuştu, Ankara’ya AB bayrakları çekilmişti! Neydi o günler!