Emin Çölaşan

Arşiv!

10 Haziran 2006
BİR iktidar inişe geçtiğinde, toparlaması artık zordur. Türkiye bu gerçeği taaa l950’li yıllardaki Demokrat Parti döneminden beri yaşıyor. İniş başlayınca frenler boşalır. İşte o zaman, suskun bürokratlar bilgi sızdırmaya başlar. Belgeler piyasaya çıkar. Koltuğuna yapışmak zorunda kalan iktidar ise çeşitli komplo tezgahlarına girişir. Karşıtlarını sindirme ve yıldırma siyaseti izler. Bu yolla "Ben güçlüyüm, ezerim haaa" mesajı vermeye kalkışır.

Ülkemizde şu son aylarda tanık olduğumuz, her biri birbirinden çirkin ve yüz kızartıcı tezgahlara bir bakalım. Bunlar boşuna olmadı:

1- Van Rektörü Yücel Aşkın olayı. 2- Şemdinli iddianamesi ve Orgeneral Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olmasını önlemek için kurulan tezgah. 3- Danıştay baskını ve cinayeti askerlere ihale etmek için gösterilen yoğun çaba. 4- Asker çetelerin (!) Recep T. Erdoğan’a suikast düzenleme senaryosu ve servis edilen düzmece krokiler. 5- Son olarak Emin Çölaşan ve nice insanların banka hesaplarına girilmesi.

Bunların her biri, topluma mesajdı. Ama hepsi fos çıktı. Çeşitli kesimlerden taşeronlar kullanarak oynanan oyunlar ters tepti.

Peki ama mekanizmayı, bu iğrenç tezgahları kim kurmuştu? Kimlerin yönetiminde sahnelenmişti!!! Kuklaları kim oynatıyordu!!!Siz hepsini biliyorsunuz.

***

Birkaç gün önce Maliye Bakanlığı’ndan çok üst düzeyde bir yetkili, bizim Ankara bürodan bir arkadaşımızı aradı ve kendisine "çok özel" bilgiler verdi. Arkadaşımız o bilgileri bana iletti. Kendisini arayan kişinin benimle de konuşmak istediğini söyledi. Konuştuk. Duyduklarıma gerçekten inanmıyordum. Şöyle diyordu:

"Bunlar sadece sizin değil, bizim de banka hesaplarımıza girdiler. Maliye’de çalışan ve kendilerinden olmayan maliye müfettişlerinin, hesap uzmanlarının, gelirler kontrolörlerinin banka hesapları didik didik edildi. Görevden almak isteyip de alamadıkları, kararnamesi Çankaya’dan dönen bürokratlara aynı işlem uygulandı. Siyasetçi ve gazetecilerin hesaplarına ayrıca girildi."

Duyduklarım inanılır gibi değildi. "Bunlar kesin bilgi mi?" diye sormak zorunda kaldım. İsmiyle, unvanıyla her şeyi açıkladı.

Hatta hesaplara girenlerin isimlerini ve ne zaman, hangi direktifle, hangi yöntemle girdiklerini de.

Sonra ekledi: "Yüzlerce kişinin banka dökümleri kasada saklanıyor. Önce sizinkini sızdırdılar, ötekiler şimdilik arşivde bekletiliyor. Sizin olayınızdan sonra Bakanlıkta işler çok karıştı."

Sevgili okuyucularım, bu gibi olaylarda "arşiv" çok önemlidir. Üst düzey Maliyeci de arşivden söz ediyordu.

Şimdi buradan yola çıkalım ve Recep Erdoğan’ın 25 Mart 2006 günü İstanbul’da partisinin bir kongresinde söylediği sözlere bakalım. Konuşmasında medyaya çatıyor, eleştiriyor ve medyaya hitaben aynen şu sözleri söylüyordu:

"Sizin nasıl kendinize göre arşivleriniz varsa, benim de kendime göre arşivlerim var. Zamanı geldiğinde onları da açıklarız. Zira sabırlı olarak duruyoruz."

Onun da kendine göre arşivleri varmış. (Elbette vardır.) Zamanı geldiğinde onları da açıklayacakmış. Şimdilik sabırlı olarak duruyormuş.

Medya ile ilgili olarak elindeki arşivlerin iyi bir şeyler olmadığı anlaşılıyor. Olumsuz! Kim bilir, belki bizden birileri vurgun, üçkağıt yapmıştır, avanta almıştır, haksız kazanç sağlamıştır.

1- Başbakan bunları biliyor da açıklamıyor, ya da elindeki devlet yetkisini kullanıp üzerine gidilmesi için emir vermiyorsa, suç işliyor.

2- Eğer böyle bir durum yoksa, kafadan atıyorsa, bu sözlerle medyayı ve toplumu sindirip korkutmaya çalışıyorsa, yine suç işliyor.

Bu olasılıklardan hangisi doğru? Hangisine inanalım?

Bir başbakana böyle konuşmak, bunları söylemek yakışmaz. Hükümetin başıdır, elinde büyük güç ve yetki vardır. Elindeki malı derhal yargıya intikal ettirmekle yükümlüdür.

Benim düzmece banka hesaplarım binbir yalanla piyasaya sürülünce, Recep T. Erdoğan’ın kısa süre önce söylediği bu sözler aklıma takıldı.

"Benim de kendime göre arşivlerim var. Zamanı geldiğinde onları da açıklarız."

Acaba diyorum, zamanı gelmiş miydi ve "arşivleri" açıklama kararı mı aldılar?.. O arşivlerde epeyce insanın banka hesapları var mı!

Ya da ağzından çıkan o sözler, inişe geçen, artık yaması dikiş tutmayan bir iktidarın son tehditleri mi?.. Tezgahlanan yeni bir gözdağı verme sürecinin basit bir halkası mı?

Kim bilir, ne bilelim!

Bekleyelim görelim!
Yazının Devamını Oku

Çocuklar üzerinden siyaset

9 Haziran 2006
SEVGİLİ okuyucularım, Türkiye’nin dört bir yanından önüme her gün yağan mesajlarda insanlar haykırıyor, yakınıyor, vurgun, yolsuzluk, haksızlık ve zulüm anlatıyor, ihbar ediyor. Her kesimden insanlarımız rahatsız ve tedirgin. Gazetecilik yaşamım boyunca ben böyle bir duruma tanık olmadım. Size hiç abartmadan söylüyorum, her gün bana gönderilen yazılı mesajlarla bir gazete çıkar. Elbette ki bunların tamamını burada yazı konusu yapamıyorum.

Bakınız, elimde İstanbul’dan bir ilköğretim okulu müdürü tarafından gönderilen mesaj var. Aynen iletiyorum:

"Sevgili Çölaşan, cuma akşamı (yani bugün) İstanbul Ali Sami Yen stadında Recep Tayyip Erdoğan şovu yapılacak, bilmem haberiniz var mı? İstanbul okullarında başarılı olan öğrencilere Recep Tayyip Erdoğan bisiklet hediye edecek ve tören saat 20’de başlayacak! Saat 16.30’da topluca stadyumda olmamız istendi, daha doğrusu emredildi. Bunca yıllık eğitimciyim, böyle bir rezalet görmedim. Törenin ne kadar süreceği, çocuklarımızın oralara nasıl taşınacağı, ne yiyip ne içecekleri meçhul.

Öğrenci velileri tepkili. Çocuklarını göndermek istemiyorlar. Biz okul yönetimi olarak iki arada bir derede kaldık. Çocukları göndermesek, bu kez de Bakanlığın bizi fişleyip görevden alacağı kesin.

Ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız.

Bunlar siyaset oyununu küçük çocuklar ve onların velileri üzerinden oynamaya başladıysa, Türkiyemizin gidişi iyi değil demektir. Eğitimciler olarak içimiz kan ağlıyor. Size bunları, okulumuzun ve benim adımın gizli kalacağına inanarak yazıyorum."

Gözlerime inanamadım, okul müdürünü aradım. Söyledikleri doğru çıktı. Bunun üzerine işin peşine düştüm ve ayrıntılara ulaştım. İşte AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan yazılı duyuru:

"Büyükşehir’den ’bisikletli’ karne şenliği. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden 9 bin başarılı öğrenciye 9 bin bisiklet. Bisikletler Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Başkan Kadir Topbaş’ın katılımıyla 9 Haziran Cuma akşamı Ali Sami Yen Stadı’nda verilecek.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ilk ve ortaöğretim kurumlarından başarıyla mezun olan toplam 9 bin öğrenciye karne hediyesi olarak 9 bin bisiklet dağıtacak.

Törene Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve İstanbul Valisi Muammer Güler katılacak.

Şölen İstanbul’daki 3 bin okulu kapsıyor.

Kaliteli malzemeden üretilen bisikletler..."

* * *

AKP
il örgütü, İstanbul’da küçük yaşta öğrencileri çeşitli semtlerde toplantıya çağırıyor, onların kimlik bilgilerini, ev adreslerini alıyor ve seminerler düzenliyor. Katılanlara propaganda kitapları ve hediyeler veriliyor.

Şimdi sıra bisiklet dağıtmaya geldi. Üç bin okuldan dokuz bin öğrenci ve dokuz bin bisiklet!..

Küçük yaşta çocukların ve dolayısıyla ailelerinin sırtından siyaset ve oy avcılığı!

Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Bunlar öyle yasalar çıkardılar ki, belediyeler köşeyi döndü. Oy avcılığına yönelik girişimlerin çoğunu belediyelere yaptırıyorlar.

Devletin bütçesinde fazladan bir kuruş para yok. Devletin bütçesi göçük durumda. Bırakın yeni yatırım yapmayı falan bir yana, devlet, kişilere ve kurumlara olan borçlarını bile ödeyemiyor, hastaların ilacına el atıyor.

Bu bisikletler nereden alındı? İhale mi açıldı, yoksa ahbap çavuş vaziyeti mi uygulandı? Bu işin toplam maliyeti nedir?

Bunlar parasal sorular.

Bugün işin bir de manevi boyutu var. Binlerce çocuk stada niçin saatler önce götürülecek? Orada niçin bekletilecek? Ne yiyip ne içecekler? Kimler götürecek, evlerine kimler teslim edecek? En ufak bir kaza olursa bu işin sorumlusu kim olacak?.. Ve esas sorun:

Ceplerinde para bollaşınca, siyaset oyununu çocuklar üzerinden oynuyorlar. Recep Tayyip Erdoğan her gittiği yerde onlara Çin malı dandik oyuncak dağıtıyor. O da yetmiyor, İstanbul’da üç bin okuldan dokuz bin öğrenciye dokuz bin bisiklet devreye giriyor.

Yakında belki öteki illerimize gider, bir milyon öğrenciye bir milyon bisiklet dağıtmaya kalkışır. Duyarsanız hiç şaşırmayın!

Neler yapmıyoruz ki bu vatan için!.. Kimimiz şehit düşüyoruz, kimimiz oy toplamak için -hem de milletin parasıyla- bisiklet dağıtmaktan medet umuyoruz!
Yazının Devamını Oku

Linç

8 Haziran 2006
GAZETELERDE haberler okuyoruz. Televizyon ekranlarında izliyoruz. Herkes birbirini linç etmeye çalışıyor. Her gün karşımıza linç olayları çıkıyor. Kapkaççı, ırz düşmanı, katil, gaspçı, eve veya işyerine giren hırsız, dolandırıcı, yankesici... Kim olursa olsun, hangi suçu işlemiş olursa olsun... Yakalandığı anda polis veya jandarma da orada olduğu halde halk tarafından saldırıya uğruyor, linç edilmek isteniyor.

Ahali sanığın üzerine yürüyor, parçalamaya kalkışıyor. Son dönemde polisin ve jandarmanın en önemli görevlerinden biri de, suçluyu linçten kurtarmak oldu.

Yüzlerce, bazen binlerce kişi sopalarla, taşlarla toplanıyor, sanıkları dövmek, yaralamak veya öldürmek için hücuma geçiyor.

Niçin böyle oluyor?.. Yanıtı çok basit...

Çünkü insanlar, devlete ve yargı sistemine olan güveni yitirdiler. Yargı mekanizması geç çalışıyor. Bir türlü karar veremiyor. Verilen kararların kesinleşmesi yılları buluyor.

Yargı sürecinde sanıkların ve suçluların avukatları devreye girip bir sürü boşluktan yararlanıyor ve davalar uzadıkça uzuyor.

Başımızda bir tek parti iktidarı var. AB’nin emrettiği yasal düzenlemeleri yaptılar. Fakat yargı sürecinin kısaltılmasına hiçbir katkıda bulunmadılar.

Dahası, çıkarılan yasaların tamamı sanık lehine!

Sanık hakları var. Elbette olacak.

Ama mağdur edilen, haksızlığa uğrayan, zarar gören insanların, davacıların hiçbir hakkı yok.

Onlar yıllarca beklemekle yükümlü.


***

İstanbul’dan iki kişi, bir gazeteciye çok ağır hakaret ve ölüm tehdidi içeren e-posta mesajı göndermişti. Gazeteci arkadaşımız şikáyetçi oldu. Mesajı gönderenlerin kimliği, bilgisayarı ve adresi Emniyet tarafından saptandı.

Savcılık tarafından ceza davası açıldı.

Fakat gelin görün ki, sanıklar mahkemeye bir türlü getirilemiyor. Ya "tebligat gelmedi" yalanı, ya da başka bir bahaneyle adamlar işi resmen uyutuyor... Ve beklemekten başka hiçbir şey yapılamıyor. Her celse en az iki ay sonrasına atılıyor.

Bir gün mahkemeye lütfen çıkarlarsa ek süre isteyecekler, yine uyutacaklar.

Yargının çabuklaşması ve sanık haklarının kötüye kullanılması önlenmediği sürece biz daha nice linç girişimlerine tanık olacağız.

Herkes kendi cezasını kendi vermek istiyor ve isteyecek.

Ortada bir tek parti iktidarı var...

Zarar görenin hakları konusunda hiçbir şey yapmadı. Yargıyı hızlandıracak hiçbir önlem almadı.

Sanık ve suçlu haklarını AB’nin emirleri doğrultusunda fazlasıyla yerine getirdi de, haksızlığa uğrayanların, perişan edilenlerin haklarını bir gün olsun düşünmedi.

Bir genç kıza tecavüz edip hayatını karartan kişilerin hakları, tecavüze uğrayandan çok daha fazla. Gaspçının, kapkaççının, hırsızın hakları da zarar görenden çok daha fazla.


Adalet her gün onulmaz yaralar alıyor. Toplumda güvensizlik her geçen gün artıyor ve bizi yönetenler bu ciddi durumu ne acıdır ki hiç umursamıyor.

Sonucu her gün gazetelerde, ekranlarda ve en önemlisi kendi vicdanlarımızda yaşıyoruz.


FENERBAHÇE ÇELENKLERİ

Sevgili arkadaşımız Kemal Saydamer’i -Bıldırcın Kemal’i- toprağa verdik. Anormal, hastalık düzeyinde bir Fenerbahçeli idi. Dünkü yazımda şöyle demiştim:

"Kemal’in cenazesi bugün Kocatepe’den kalkacak. Fenerbahçe Kulübü bir çelenk gönderirse onun ruhunu sevindirir."

Dün sabah Fenerbahçe Kulübü üyesi arkadaşım Uğur Bozyiğit aradı ve çelenk göndereceklerini söyledi. Camide Fenerbahçe tarafından gönderilen ve sarı lacivert renkli çiçeklerden oluşan üç görkemli çelenk vardı.

Aziz Yıldırım... Fenerbahçe Kulübü... Ve Ankara Fenerbahçeliler Derneği.

Tabutun üzerine bir Fenerbahçe forması serilmişti.

Cenazeye katılan hemen herkes yanıma gelip "Abi sadece Fenerbahçe değil, Büyükanıt Paşa da çelenk göndermiş" diyordu.

Benim jeton bir türlü düşmüyordu!

En sonunda birileri dedi ki, "Büyükanıt Paşa da sıkı bir Fenerbahçelidir. Herhalde senin yazıyı okuyunca göndermiştir".

Sevgili Bıldırcın Kemal’i böylesine güzel uğurladık...

Sarı lacivert renkli kocaman çelenklerle, áşık olduğu Fenerbahçe’nin formasıyla... Sanırım ruhu sevinmiştir.

Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Yazının Devamını Oku

Kemal Saydamer’in ardından

7 Haziran 2006
KEMAL bizim gazetenin Ankara Bürosu’nda Parlamento Bürosu şefiydi. Meclis haberlerinin kulisinde ve göbeğinde görev yapan, kendisini herkese sevdirmiş bir arkadaşımızdı. Ayrıca Parlamento Muhabirleri Derneği’nin de üç dönem başkanlığını yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisi deyince akla gelen ilk isimlerden biriydi. Çok uzun yıllarını Meclis çatısı altında geçiren deneyimli gazeteci arkadaşımız Kemal Saydamer’i dün yitirdik.

Çok ilginç bir insandı. Ömrü boyunca kimseyi kırdığını, üzdüğünü sanmıyorum.

İki büyük aşkı vardı.

1- Fenerbahçe. 2- Yemek yemek.

Adına Fenerbahçe hastalığı diyelim, inanılmaz düzeyde idi. Aynen bizim Ümit Sezgin gibi. Bir gün gazetede Kemal’e gidip "Ümit senin gerçek taraftar olmadığını, köfte taraftar, düzmece Fenerbahçeli olduğunu söylüyor" dedim. Aynı sözleri biraz sonra Ümit’e söyledim... "Kemal senin için böyle diyor..." İkisi de feci bozuldu, taraftarlık konusunda birbiri hakkında konuşmaya başladı.

Yemekhanemizde öğle yemeği. Hep birlikteyiz. "İkiniz de hesabınızı birbirinize verin, kimin gerçek taraftar olduğu belli olsun" dedim. Resmen ağız dalaşına girdiler ve kapışacaklardı. İş büyüyordu. Artık gülmeye başladık... "Ulan demin ben ikinizi de işlettim" deyince onlar da gülmeye başlayıp bu kez benim üzerime yürüdüler!

Kemal’in cenazesi bugün Kocatepe’den kalkacak. Fenerbahçe Kulübü bir çelenk gönderirse onun ruhunu sevindirir.

***

Kemal yemek yiyen adamdı. Biz karnımızı doyurmak için yeriz. Kemal için sofraya oturmak bir ritüeldi. Fakat gelin görün ki, doymak bilmezdi. Sürekli ve esaslı yerdi. Kebaptan başlar, en seçkin yemekleri bilir ve birkaç porsiyon yerdi. Ağız tadı ve yemek kültürüyle dört dörtlük bir "gurme" idi.

Kısa boylu, feci şişman bir insan düşünün. Sonsuz iştahı için tedaviye gidiyor, fakat aynen yiyordu. Bütün sevenleri Kemal’i bu konuda uyarır, ancak hiçbir şey değişmezdi. Belki de bu uyarılardan bıkmış, sıkılmıştı.

Çok değerli, tonton bir gazeteci arkadaşımızı yitirdik. Üzgünüz. Yeri mutlaka cennet olacaktır çünkü kimseyi üzmemiş, kırmamış, hep sevilmişti. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.

CERRAH’IN AÇIKLAMASI

İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’tan gelen açıklamayı size iletiyorum:

"Bilindiği gibi 17.05.2006 tarihinde Danıştay 2. Daire Başkanı ve üyelerine yönelik olarak gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu saldırıyı gerçekleştiren şahıs olay yerinde yakalanarak gözaltına alınmış ve söz konusu soruşturma Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gözetim ve sorumluluğunda Ankara Emniyet Müdürlüğü’nce yürütülmüştür. Soruşturma kapsamında gerek Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ve gerekse Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talimatları ve yakalama emirleri gereğince, gözaltına alınması ve yakalanması istenen 11 şahıs İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin titiz çalışması sonucunda yakalanmış ve yetkili mercilerin kararları doğrultusunda ev ve işyerleri aranarak elde edilen malzemeler tahkikat evrakı ile birlikte Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilmiştir.

Yine bu kapsamda ilimizde bulunan Cumhuriyet Gazetesi’ne yapılan üç ayrı bombalı saldırı olayı ile ilgili Ankara’daki yetkililerle gerekli bilgi iletişimi (bir kelime okunamadı) saldırıya katıldığı bildirilen Danıştay saldırganları ile birlikte katıldıkları anlaşılan üç şahıs İstanbul’da yakalanmış ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bilgileri dahilinde ifadeleri alınıp soruşturmanın yürütüldüğü Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilmiştir.

İddia edildiği gibi İstanbul Emniyet Müdürlüğünce söz konusu soruşturma ile ilgili olarak basın ve Medya kuruluşlarına hiçbir şekilde bilgi ve belge verilmemiş hatta herhangi bir yorum dahi yapılmamıştır. Soruşturma tamamen yetkili savcılıkların denetim ve gözetiminde Ceza Muhakemesi Kanunu ve ilgili yönetmelikler dışına hiçbir şekilde çıkılmamıştır.

Şayet bunun aksi olmuş olsa idi CMK’nın 161. maddesi gereğince soruşturmayı yürüten ve denetleyen Cumhuriyet Savcılarının da, görevini yasaya aykırı yürüten emniyet personeli hakkında soruşturma açması gerekirdi. Ya da söz konusu isnatlarda bulunan yazar, şayet bu konuda elinde bilgi, belge, delil var ise bunun ilgili savcılara veya tarafımıza iletmesi gerekir.

Aksi takdirde büyük fedakarlıklarla gecesini gündüzüne katarak, yeri geldiğinde canını ortaya koyarak görev yapan ve her türlü suçla mücadelede büyük başarı sağlayan İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü zan altında bırakılmış ve personelinin de tüm başarılı çalışmalarına rağmen demoralize edilmiş olması söz konusudur. Bu isnatlarda bulunan kişilerin sorumluluklarını tekrar gözden geçirmeleri gerekir. Konunun değerlendirmesini kamuoyunun sağduyusuna bırakıyoruz."
Yazının Devamını Oku

Kendimi ihbar ettim

6 Haziran 2006
SEVGİLİ okuyucularım, kendi kendini Maliye Bakanlığı’na ihbar eden, "beni inceleyin" diyen birini bugüne kadar hiç duydunuz mu? Belki olmuştur ama ben duymadım. İşte, dün ben bunu yaptım.

Sabah saatlerinde Ankara’da, Maliye Bakanlığı’na bir dilekçe verdim. Aynen şöyle:

"Bazı yayın organlarında banka hesaplarım ve malvarlığım konusunda yalan iddialarla dolu -özellikle sızdırılmış- haberler çıkmaktadır. Eşimle birlikte banka hesaplarımın, malvarlığımın ve devlete bugüne kadar ödenmiş olan vergilerimin Bakanlığınız yetkili kurulları tarafından İNCELENMESİNİ ve aşağıdaki hususların öncelikle ele alınarak tarafıma yazılı cevap verilmesini talep ediyorum:

1- Bankalarda ben ve aile bireylerim adına 9 milyon dolar, ya da o civarda mevduat hesabı var mıdır?

2- Adımıza açtırdığımız ve halen aktif olan 21 adet veya bu civarda mevduat hesabı var mıdır?

3- Yurtdışında herhangi bir banka hesabımız, malvarlığımız, ya da off-shore hesabımız var mıdır?

4- Banka hesaplarıma bugüne kadar Doğan Yayın Grubu kuruluşları ve Hürriyet Gazetesi tarafından yatırılan maaşım, ikramiyeler ve primler, kitaplarımı yayınlayan Tekin Kitabevi, Ümit Yayıncılık ve Doğan Kitap’tan gelen telif gelirleri, sattığımız iki taşınmazı alanlar, geçmişte gazeteci arkadaşlarla program yaptığımız NTV televizyonu, açılan bazı tazminat davaları sonucunda avukatlarımız tarafından yatırılan para ile kira gelirimiz dışında -yerli veya yabancı- herhangi bir kişi, şirket veya kurum tarafından yatırılmış para var mıdır?

5- Bugüne kadar banka hesaplarımıza yurtdışından herhangi bir havale gelmiş midir? Yurtdışında tespit edilmiş banka hesabımız, malımız mülkümüz var mıdır? Her kaynağa başvurularak araştırılmasını talep ediyorum.

6- Vergi açısından bir aksama, kaçakçılık, eksik ödeme var mıdır? Bu konuda hakkımızda bugüne kadar bir inceleme yapılmış mıdır?

7- Parasal işlemlerimizin herhangi birinde veya herhangi bir aşamasında yasalara, devletin kurallarına ve ahlaka uymayan, saklanan, gizlenen, örtbas edilen herhangi bir durum olmuş mudur?

8- Yasal mal bildirimlerimiz ilgili makamlara düzenli olarak verilmiştir. Bakanlığınızın bunun aksine bir tespiti var mıdır?

9- Yukarıda sıraladığım hususların tümü için geçerli olmak üzere, yasal, mali ve ahlaki açılardan kuşku uyandıracak herhangi bir durum var mıdır?

Bu dilekçem hakkında gerekli işlemin Bakanlığınız ilgili birimleri tarafından yapılmasını, sonucundan tarafıma en kısa zamanda bilgi verilmesini ve gerekiyorsa hakkımda yasal işlem başlatılmasını saygılarımla arz ederim."

***

Evet, bu düzende ben bu dilekçeyi verdim. Yaptığımı lütfen garipsemeyin. Günlerdir yazıyorum, ben alnı açık adamım. Bu iftiraları, yalanları günlerden beri belgeliyorum. Hadise fos çıktı, komplo çöktü.

Ama sadece birkaç yüz kişi bile inansa, o yalanları dikkate alsa, ben en azından onların kafasında soru işareti ve kuşku oluşturur, yara alırdım. Dilekçeyi o nedenle verdim.

Karşımızda bir çete var. Banka hesaplarına giriyor, elde edilen bilgileri bile yalan yanlış değerlendirip tezgáhlıyor.

Öteki siyasetçiler ve gazeteciler için ne yapılacağını doğrusu bilemiyorum... Çünkü çok sayıda AKP karşıtının banka hesaplarına girdiler. Hatta yönetime muhalif bazı AKP milletvekillerinin!..

Örneğin Turhan Çömez’in.

Emin Şirin gibi bazı milletvekilleri ve gazeteciler de hesaplarına girildiğini biliyor.

Ülkemizde iğrenç bir süreç yaşıyoruz. Banka hesaplarına giriyorlar, sonra gerçek rakamlarla değil, uçuk-abartılı-yalan yanlış bilgilerle servis yapıp bunları -hayali isimler kullanarak- yayınlatıyorlar.

Ekonomik çeteler ve onların maşaları işbaşında.

***

Beklerdim ki özellikle Maliye Bakanı bu süreç hakkında konuşsun, beni çağırıp bilgi alsın. Kendisine belgeleri göstereyim, soruşturma başlatsın. Birbirini sevmemek, karşıt olmak ayrıdır, devlet işi ayrıdır. Örneğin, başbakanların sevmediği biri öldürülebilir. Hükümetin görevi katili bulmaktır. Burada söz konusu olan devlet işidir. Ellerindeki devlet yetkisi ve gücünü kullanıp vatandaşın banka hesaplarına korsan girmenin ve bunlara "benim teröristim, benim hırsızım iyidir" anlayışıyla göz yummanın sonucu, ülkede ekonomik terör yaratmaktır.

Bu banka sistemine kim, nasıl güvenecektir?

Evet, ben vatandaşlık görevimi yaptım. Maliye Bakanlığı’ndan beni İNCELEMESİNİ istedim. Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiş olmanın gururu, onuru ve mutluluğu ile sonucu bekleyeceğim.

Bundan sonra yargı süreci başlıyor, hep birlikte onu izleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Bağışlıyorum helal ediyorum

4 Haziran 2006
SEVGİLİ okuyucularım, bu yazı benim imzamla yazılmıştır ve noter belgesi hükmündedir. Şu andan itibaren herkese bu güvenceyi veriyorum. İktidar karşıtı çok sayıda siyasetçi ve gazetecinin banka hesaplarına girildiğini, şantaj yapılacağını burada duyurmuştum. Üstelik hırsız şebekesinden kendi dosyamı da ele geçirmiştim. Önce benimkini yayınladılar.

Utanmazca, rezil, yalan yanlış rakam ve dandik bilgilerle!

Şimdi size o yayından bazı örnekler vereceğim. Lütfen dikkatle okuyunuz ve iktidar yandaşı şebekelerin, karşıtlarını nasıl yalanlarla yıpratmaya yeltendiğini görünüz. Yayının kapağı şöyle:

"Çölaşan’ın 9 milyon dolarlık banka hesapları."

Banka hesaplarımda bu miktar paranın bulunduğunu her kim kanıtlarsa, 9 milyon doların (!) tümünü kendisine bağışlayacağım.

Devam ediyoruz: "Ayrıca Çölaşan’ın Ziraat Bankası Gaziosmanpaşa şubesine(hesabına olacak!) 2004 yılında farklı zamanlarda Bank Of New York’tan 92 bin dolardan üç kez toplam 276 bin dolar havale edildiği ileri sürülüyor. Havalenin kimin tarafından yapıldığı belli değil."

Yalan. İftira. Ziraat
devletin bankası. Araştırsınlar. Ne oraya, ne de bir başka bankaya ömrüm boyunca adıma yurtdışından gönderilmiş bir kuruş para yok. Ayrıca yurtdışında bir kuruş param yok, malım mülküm yok.

Eğer bu yazdıklarımın aksini kanıtlayacak biri varsa, paranın ve mülkün tamamını kendisine bağışlamayı kabul ediyorum.

***

Yazıdan bir başka alıntı. Aynen veriyorum: "Emin Çölaşan’ın Garanti Bankası’nda olduğu belirtilen hesaplarına göre, 2002-2004 yılları arasında toplam 4 milyon 698 bin dolar para girişi olmuş. Çölaşan’ın aynı bankadaki TL hesabının ise 565 bin YTL olduğu iddia ediliyor."

Öne sürülüyor, iddia ediliyor!.. Bu rakamları da, kanıtlayana bağışlıyorum.

Çamur devam ediyor: "...Ayrıca Yalova Kılıçköy’de 1316 adanın yarısı, 1317 adanın ise tamamı Emin Çölaşan üzerine kayıtlı."

Böyle bir malvarlığım olmadığına göre, bunu da bağışladım gitti.

Devam ediyoruz: "Ayrıca Tansel Çölaşan’ın Geyikdere köyünde 104 ada 1 parselde yazlığı bulunuyor." Yazlık dedikleri ev, deprem evi. 1999 depreminde Yalova’da yıkılan evimiz için devlet tarafından deprem mahallesinde yaptırılıp kurayla ve parasıyla verilen, sadece iki odadan oluşan ev!

Şimdi aynı yayından birkaç cümleyi daha okuyunuz. Şifre burada:

"(Banka hesaplarımızdaki) Para hareketliliğinin önemli bir kısmının AKP hükümeti döneminde, 2002-2004 yıllarında yaşanmış olması dikkat çekiyor... Çölaşan’ların 2002-2006 yılı hesap hareketliliği 9 milyon doların çok çok üzerinde."

Denilmek istenen şu: "Birileri AKP’yi eleştirsin diye Çölaşan’ın banka hesaplarına para yatırıyor!"

Size yalan dolu tezgáhı açıkladım. Sizce bu durumda benim banka hesaplarıma fareleri kim sokmuş olabilir! AKP mi? Asla! Maliye? Asla! Ya BDDK? Gerçi bu kurumun başkanı Tevfik Bilgin, yasadışı yollarla ele geçirilen dökümleri gördü ve hiçbir şey yapmadı ama yine asla!

Geriye kaldı Emniyet ve Genelkurmay!

***


Sevgili okuyucularım, iktidar karşıtı bir gazeteciye kurulan çirkin tezgáhı, komployu, utanç verici yalanları size kısaca aktardım. Bir kez daha söylüyorum. Yukarıdaki iddiaları kanıtlayan olursa, o miktarları kendilerine bağışlayacağım.

Üstelik kanıtlandığı takdirde sizlerden özür dileyip gazetecilikten ayrılacağım. İmzamla yazdığım ve bugün de milyonlarca kişi tarafından okunacak olan bu yazı, noter senedi hükmündedir.

İki gün önce yazmıştım, bir kez daha yazayım. Bugüne kadar gazetemden aldığım maaş, gazetem ve patronum tarafından belli zamanlarda verilen vergisi peşin yatırılan paralar, toplam satışı 800 bin’e yaklaşan kitaplarımın geliri, birkaç yıl öncesine kadar yaptığımız program karşılığı NTV’den aldığım para, açtığımız bazı tazminat davalarından kazanılan para ve iki kira gelirimizden başka herhangi bir yerden, herhangi bir kurum veya kişiden cebime girmiş, hesabıma aktarılmış bir kuruş yoktur. Her gelirimin vergisi kuruşu kuruşuna ödenmiştir. Yurtdışında param, off-shore veya başka banka hesabım, malım mülküm yoktur. Eşim kamu görevlisi, ben köşe yazarı kimliğimle mal bildirimi beyanımızı yasanın öngördüğü zamanlarda ilgili kurumlara düzenli olarak verdik.

Burada bir parantez açayım. Benim banka hesaplarımda 9 değil, 29 milyon dolar para da olabilirdi. Eğer o para yasal ve helal yolla kazanılmış olsaydı, kimi ilgilendirdi?

Bu iğrenç tezgáhı kuranlar şimdi sert kayaya tosladı. Ben alnı açık adamım. Yaşamım boyunca hiçbir açığım olmadı. Nice iktidarlar beni sülalem dahil araştırdı, hiçbir şey bulamadı. Şimdi karşıma bir amatör muhabirler korosu çıkardılar, onlar da fos çıktı! İktidarın haber kaynakları onlara ihanet etti, yanılttı, belki işletti ve başlarına iş açtı.

Komplo bitti, yalan tezgáhı çöktü. Ama sizler bir kez daha, oynanan utanmazca oyuna tanık oldunuz. Çeteler sadece silahlı olmuyor, terörü sadece onlar yaratmıyor. Vatandaşın banka ve tapu kayıtlarında emirle gezdirilen kravatlı çeteleri unutmayalım. Bundan sonrası yargı önündeki hesaplaşmada ortaya çıkacak.
Yazının Devamını Oku

İşte böyle!

3 Haziran 2006
GÜNLERDEN beri burada boşuna yırtınmıyorum. Birileri -devlet gücü ve yetkisiyle- vatandaşların banka hesaplarına girdi. Elde edilen bilgi ve belgeler Ankara’da Zaman Gazetesi muhabiri Selim Kuvel ve Türkiye Gazetesi muhabiri Sinan Çetin’e verildi. (Türkiye Gazetesi bu olay açığa çıkınca, muhabirinin görevine dün son vermiş.)

Bu ikisi ellerine insanların banka hesap dökümlerini geçirdiler ve nereye gittiler dersiniz!

BDDK Başkanı Tevfik Bilgin’in makamına!

Konuyu (!) önceden bildirip randevu aldılar. Yasadışı yollarla elde edilmiş belgeleri Bilgin’e gösterip bunları açıklayacaklarını söylediler. Bütün banka hesaplarına resmi yoldan girme yetkisi olan BDDK’nın başkanı bu durumu hiç kimseye duyurmadı, haber vermedi, kendine sakladı!.

Bu nasıl iştir? Varsayalım sahte para basan birileri Emniyet Müdürü’ne gidip paraları gösteriyor ve devletin görevlisi de onları yakalatmayıp "Bu suçtur" demekle yetiniyor!

Evet, bir bankacılık rezaleti BDDK Başkanı’na gösterildi. Zaman ve Türkiye gazetesi muhabirlerinin elinde yasadışı yollarla elde edilmiş banka hesap dökümleri vardı. Tevfik Bilgin ne yazık ki hiçbir şey yapmadı, hiçbir girişimde bulunmadı. Sadece "Bunları açıklamak çok ağır suçtur" dedi! Hepsi bu.

Bu acı, tuhaf ve yakışıksız olayı işte şimdi açıklıyorum... Çünkü bu konuyu dün Bilgin’e sordum ve doğrulamak zorunda kaldı.

***

BDDK
Başkanı Bilgin’in bu rezalet konusundaki öteki sözlerini de aynen yazıyorum:

"Biz BDDK olarak kişilerin banka hesaplarına merkezimizden ulaşamayız. Gerektiğinde belli kişiler için banka bazında hesap incelemesi yapılır. Ancak bu konuda resmi görev yazısı olması gerekir. İnceleme yapan uzmanlar başkalarının hesaplarına bakamaz. Bu işi biz yaptırmadık, bizden kaynaklanmadı. Sizin olayınızda en sert tedbirlerin alınması gerekiyor. Derhal soruşturma başlatıyorum. İnanın, olanları benim aklım almıyor."

Kendisine sordum: "Benim adıma bugüne kadar yapılmış bir ihbar, inceleme var mı?" Yanıtı: "Yok!"

Kabahati gelin etmişler, kimse almamış. Bizim bu rezalet aynen öyle!

Bu belgeleri, bilgileri resmi görevliler sızdırdı. BDDK yaptırmadığını söylüyor ama Başkan bu şahıslarla konuşuyor, olayı biliyor, belgeleri görüyor!

Geriye kalıyor, bu güç ve yetkiye sahip kuruluş olan Maliye Bakanlığı.

Aradan iki gün geçti, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’dan tık yok.

***

Dün sabah ismini hepimizin çok iyi bildiği bir büyük işadamı aradı ve şunları söyledi:

"Açıkladığınız bu olaydan sonra ben Türkiye’de banka hesabı tutmam. Önümüzdeki hafta bütün hesaplarımı yurtdışına aktaracağım."

Dün gazetemizin Ankara Temsilci Yardımcısı ve köşe yazarı Şükrü Küçükşahin anlattı. Bir AKP milletvekili dün kendisini arayıp şöyle diyor:

"Benim Emin Bey’le bir tanışıklığım olmadığı için kendisini aramadım. Bunlar parti yönetimine karşıt olan bütün milletvekillerinin ve onlarla yakınlığı bulunan işadamlarının da banka hesaplarına girdiler. El altından incelemeye tabi tuttular, dökümleri çıkardılar."

Sevgili okuyucularım, ortada korkunç bir rezalet var. Bu konuyu günlerdir, ısrarla yazıyorum. Birilerinden yanıt bekliyorum.

Daha önce Deniz Baykal’ın banka hesaplarını gündeme getiren Maliye Bakanı suspus olmuş durumda. BDDK "Bizden kaynaklanmadı" diyor.

Bu rezaletin, bu skandalın sorumlusu kim?

İşin ardından sakın Genelkurmay çıkmasın!

Başka bir ülkede olsa parlamento ve siyasi arenada kıyametler kopar, Maliye Bakanı ve BDDK Başkanı konuşmaya zorlanır, araştırma yapılır, bu işin hesabı sorulur, hatta hükümetler istifa ederdi.

Yabancılara banka satıyoruz. Banka farelerinin ortalıkta cirit attığı bu güvensizlik ortamı bir süre sonra onları da tedirgin etmeyecek mi, rahatsız etmeyecek mi?

***

Türkiye’yi içinden kemiren, yıpratan, yaralayan büyük hastalık şu:

"Benim teröristim iyidir. Benim hırsızım iyidir."

Eğer ibre iktidarın tiksindiği birilerine yönelmişse, harika!

Birileri yasadışı yollarla iktidar karşıtlarının hesaplarına dalmış, onları uçuk-abartılı rakamlarla açıklamaya kalkışıyor ve iktidarın başındakiler olup biteni sessizce, fakat büyük bir zevkle, mutlulukla izliyor!

"Ohhh, bizi eleştirenler yıpranıyor!"

Yalanlarla, düzmece rakamlarla, pislik ve şantajla hiç kimse yıpranmaz.

Yarın iktidar değişir, aynı pislik, aynı şantaj bugünkülere yönelir... Ve biz yine karşı çıkarız. Onları savunmak yine bize düşer.
Yazının Devamını Oku

Rezalet büyürken

2 Haziran 2006
DÜNKÜ yazım nedeniyle TMSF Başkanı Ahmet Ertürk aradı. Dün bazı siyasetçilerin ve gazetecilerin banka hesaplarına girilip bunların el altından "yayınlanması" için birilerine verildiğini anlatmış ve "TMSF’yi bu olayın dışında tutuyorum. Geriye kalıyor Maliye Bakanlığı ve BDDK" demiştim. Ertürk şunları söyledi: "Aslında bizim TMSF olarak olağanüstü yetkilerimiz var. Ancak biz bu yetkileri sadece takibimiz altında olan, bize borçlu olan kişi ve kurumların parasal araştırması için kullanırız. Eğer herhangi bir şey yakalarsak doğrudan icra takibine geçeriz ve haciz koyarız.

Yaptığımız her işlem sadece tahsilat yapmaya yöneliktir.

Bizim TMSF olarak yasadışı bir şey yapma olanağımız yok. Elbette bizim elemanlarımız bankaya gittiğinde, bankanın kontrol etmesi mümkün değil. O yüzden bu konuda her sorumluluk bize düşüyor ve son derece titiz davranıyoruz. Ayrıca hiç kimseyi de rencide etmemeye çalışıyoruz."

Kendisine teşekkür ediyorum.

***

Ülkemizin yasaları uyarınca, TMSF dışında vatandaşın banka hesaplarına girmesi mümkün olan iki kuruluş var:

Maliye Bakanlığı ve BDDK.

Bu yazıyı dün akşam saatlerinde yazıyorum. Her iki kuruluştan da "Biz böyle bir şey yapmadık" anlamına gelecek bir açıklama yok!

Maliye Bakanlığı tam yetkilidir. Herkesin banka hesaplarını didik didik edebilir. Sonrasında, ortaya iki olasılık çıkar:

1- İncelenen kişi şu veya bu biçimde hatalı-suçlu bulunur, uzmanlar tarafından incelemeye alınır. Vergi kaçırmıştır, hesabına başkaları tarafından bazı paralar yatırılmıştır ya da karanlık ilişkiler saptanmıştır... Kişi Maliye’nin elemanları tarafından çağrılır, hesap sorulur ve gereken yasal işlemler yapılır.

2- Hesaplar incelenir, herhangi bir şey bulunmaz. Kazanılan parada kuşkulu bir şey yoktur, nereden kazanıldığı bellidir ve vergisi de son kuruşuna kadar ödenmiştir. Bu takdirde bütün bu işlemler "sır" olarak kalır ve dosyasına girer.

Birileri, devlet yetkisi kullanılarak girilen hesapları ve elde edilen bilgi ve belgeleri daha sonra başkalarına sızdırırsa, hele bir yerlerde yayınlanması için sızdırırsa, birileri de bu oyuna düşerse, kıyamet işte o aşamada kopar.

***

Bir ülkede insanlar kime, neye güvenecektir? Yasadışı hiçbir işiniz yok. Vergi kaçırmıyorsunuz. Karanlık, kuşkulu, şaibeli bir ilişkiye ömrünüz boyunca girmemişsiniz.

Çekinecek, utanılacak bir tarafınız yok...

Ve durup dururken birileri devlet gücünü, devlet yetkisini kullanarak sizin hesaplarınıza giriyor ve üstelik bunları "yayınlayın" diyerek başkalarına veriyor.

Hem de -bilerek veya bilmeyerek yaptıklarını kestiremediğim- biçimde abartılı, uçuk rakamlarla!

Yarası olan gocunur. Kendi adıma söylüyorum. Allah’a bin şükür, ömrüm boyunca maddi ve manevi açıdan en küçük bir açığım, utanılacak bir yanım olmadı. Olsaydı bu çizgimi sürdüremezdim, utancımdan sokağa bile çıkamazdım. Çok araştırdılar, hiçbir şey bulamadılar.

Maaşım, gazetemden aldığım son kuruşuna kadar vergisi ödenmiş paralar, satışı toplam 800 bine yaklaşan kitaplarımdan elde ettiğim gelir, iki kira gelirim, geçmişte NTV’de program yaparken aldığım para ve açtığımız bazı davalarda kazandığım tazminatlar dışında hiçbir gelirim olmadı.

Vergi kaçırmak gibi bir lükse de sahip olmadığımın herhalde bilincindeyim!

Hakkımda bugüne kadar herhangi bir vergi incelemesi ya da parasal veya başka konularda araştırma-soruşturma yapılmadı.

O halde benim neyimi, hangi amaçla araştırıyorlar?

Varsayalım merak edip araştırdılar.

Dosyam (!) elimde. Elde ettikleri bilgileri, banka hesaplarını nasıl oluyor da -yayınlanması için- başkalarına sızdırıyorlar?

O bilgilere sıradan vatandaşın ulaşması asla söz konusu değildir. Ancak devletin görevlileri ulaşabilir.

İşte rezalet-skandal-kepazelik, adına ne derseniz deyin, o aşamada başlıyor.

Bu yazdıklarım, hesaplarına girilen ve özel bilgileri daha sonra başkalarına sızdırılan bütün (dürüst ve namuslu olan) AKP karşıtı siyasetçiler ve gazeteciler için geçerlidir. Eğer içlerinde hesap vermesi gerekenler varsa, onları çağırıp sorarsın.

Öyle bir durum bile, devlet yetkisiyle edinilen bilgilerin başkalarına sızdırılmasına neden olamaz.

Biz banka hesaplarında bile devletimize güvenmeyip kime güveneceğiz, kime? Gıcık kaptıklarının hesapları bunların oyuncağı, şantaj malzemesi mi oldu? Korkunç bir olay, rezaletin doruk noktası.
Yazının Devamını Oku