15 Ağustos 2006
KARADENİZ’de gelirini fındıktan sağlayan milyonlarca insan hükümete tepkili, öfke yağdırıyor. Fındık fiyatları düştü, üretici perişan. Bir süre önce yapılan Ordu mitinginde bu öfke sokaklara taştı. Başbakan’ın tüccar danışmanı Cüneyd Zapsu dünya fındık piyasasında sözü geçenlerden biri. Fındık fiyatı ne kadar düşer ve üretici ne kadar zarar ederse, tüccar Zapsu o kadar kazanıyor.
Fındık rezaletinde çaresiz kalan hükümet, çözümü Fiskobirlik’i devre dışı bırakmakta buldu. Niçin?.. Çünkü Fiskobirlik yönetimi AKP’li değil.
Peki ne yaptı hükümet?
Bu yıl fındık alım ve piyasayı düzenleme görevini şimdi Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) devretti. Kelin merhemi olsa başına sürer! TMO’nun durumu ne?
Size eski TMO Genel Müdürü Prof. Dr. Mevlüt Karakaya’dan aldığım mesajı aynen iletiyorum:
"Bugünlerde fındık alımında Fiskobirlik’i dışlayıp devreye sokulmaya çalışılan TMO’nun son üç yılda (AKP döneminde) mali durumunda ciddi bozukluklar var. Bunları Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından hazırlanan rapordan da okuyabilirsiniz.
Son üç yıldan bu yana buğday piyasasını bile denetlemekten aciz kalan ve mali durumu giderek kötüleşen TMO, şimdi fındık piyasasını nasıl düzenleyecek? Doğrusu çok merak ediyorum!.. Çünkü TMO’nun fındık bölgelerinde ne bir deposu vardır, ne de alım merkezleri.
Ayrıca bu konuda hiçbir uzmanı yoktur. (TMO’nun ihtisas alanı buğday ve hububat.) Konuyu da bilmez.
Alımı yine Fiskobirlik yapacak. Fiskobirlik elemanları ve depoları kullanılacak. TMO ise finansman sağlayacak.
Peki böyle olacağına niçin Fiskobirlik’e doğrudan para aktarımı yapılmıyor da, devreye TMO sokuluyor? Doğrusu merak ediyorum, bu uygulama TMO’nun bozulan durumuna bir kılıf mı olacak? Zaten çok zor durumda olan buğday üreticisi seneye daha kötü bir duruma mı sokulacak?"
***
Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu, ülkenin en üst düzeydeki denetim birimi. Burada çok sayıda uzman görev yapıyor. Ayrıca gerek görülen her uzman yasa gereği çağrılıyor. Şimdi bu kurulun TMO ile ilgili son raporundan birkaç alıntıyı çok özetle veriyorum:
"2005 yılında TMO’nun zararı yüzde 241 oranında artmış ve 914 milyon YTL’ye yükselmiştir. İstikrar 2004 yılından başlayarak bozulmuştur. Ofisin mali yapısı yeniden bozulma belirtileri göstermektedir.
Borçlar yeniden ve büyük oranda artışa geçmiştir. Faiz yükü de artmıştır. Bu artış 2004 yılında yaklaşık yüzde 100, 2005 yılında ise yüzde 280 olarak gerçekleşmiştir..."
***
Bütün bu gerçekler ortada iken, hükümet niçin yeni dönemde fındık piyasasını düzenleme ve fındık alım görevini işin uzmanı Fiskobirlik’ten alıp bu konuda hiçbir deneyimi olmayan TMO’ya veriyor?
Yanıtı çok basit!.. Çünkü TMO, iktidarın elinde olan bir devlet kuruluşu. Fiskobirlik ise AKP’nin elinde değil. Tam tersine iktidar karşıtlarının yönetiminde. Üretici onları seçmiş.
Şimdi sözü eski Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in Yeniçağ Gazetesi’ndeki sözlerine bırakıyorum:
"Köylünün elindeki buğdayı bile alamayan batık durumdaki TMO’yu fındık alıcısı olarak ilan etmek, en büyük aldatmacadır. AKP iktidarı, uyguladığı yanlış tarım politikasıyla TMO’yu perişan etti ve batırdı. Bizim dönemimizde sıfır borçla teslim ettiğimiz TMO’nun borcu bugün 1 katrilyon.
Batık durumdaki TMO’nun fındık alması mümkün değildir. Fındığı ne alabilir, ne satabilir. Buğdayı bile alamıyor. Hükümet fındık üreticisini kandırıyor ve oyalıyor."
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’ün sözleri: "Fiskobirlik devre dışı bırakılırsa sorun daha da büyür. Düğmeye basalım, bu oyuna dur diyelim. Türkiye’nin petrolü olan fındığı uluslararası lobiler (içlerinde Cüneyd Zapsu var) kuşattı. Fındığı kurtlandırdılar. Bu kurtlar sökülüp atılmazsa Karadeniz’de sosyal dengeler bozulur. Geçen yıl 7 YTL olan fındık fiyatını bu yıl boşuna 2 YTL’ye düşürmediler. Bunun mantığı yok. Burada olsa olsa büyük bir oyun var."
Fındık oyununun henüz ilk perdesini izliyoruz. Sonu nasıl gelecek, hep birlikte göreceğiz!
Yazının Devamını Oku 13 Ağustos 2006
ATALARIMIZIN güzel bir sözü vardır: "Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur." Danıştay katili önceki gün yapılan duruşmasında deli numarası yapmaya kalkıştı. 17 Mayıs 2006 günü Danıştay binasından içeri girdiğinde, daha önce Cumhuriyet Gazetesi’ni bombalarken, gayet akıllı biriydi!
Planlarını inceden inceye yapmış, gerekli bomba ve silahları bulmuş, örgütlenmesini tamamlamıştı. Bunları ancak akıllı biri yapabilirdi.
Danıştay baskınında suçüstü yakalandı.
2. Daire üyelerinin odasını heyet toplantısı yapılırken basmış, sol eliyle sağ elini tutup Başkan Mustafa Birden ve üyelere nişan alarak ateş etmiş, üyelerden Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürüp ötekileri yaralamıştı.
Bu dairenin vermiş olduğu türban kararı daha önce Vakit Gazetesi’nde birinci sayfadan nal gibi -manşetten- verilmiş, kararı veren başkan ve üyelerin fotoğrafları basılmış, her biri ayrı ayrı hedef gösterilmişti.
Bu yayından sonra, burada 14 Şubat 2006 tarihli, "Açıkça Hedef Gösteriyorlar" başlıklı yazımda şöyle demiştim:
"...Dünkü Vakit Gazetesi (türban kararını veren) Danıştay üyelerini açıkça hedef gösteriyordu. Bu nasıl rezalettir? Bu hákimlerin can güvenliğini bundan sonra kim koruyacaktır? Onlar açıkça hedef gösterildi..."
Türk toplumu olarak unutkanız. Onun için bu hatırlatmaları yeniden yapıyorum. Danıştay’ın o sıkmabaş kararı sonrasında başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bazı bakanlar uluorta ahkám kesti. Ortamı onlar kızıştırdı.
Recep Tayyip Erdoğan konuştu: "Bu kararı kınıyorum. Hiçbir hukuk anlayışı içinde tanımlanamaz."
Daha sonra sözlerini Danıştay’a hitaben şöyle sürdürdü: "Efendi, bu (sıkmabaş kararı) senin değil, Diyanet’in işidir."
Devletin yüksek yargı organına "efendi" diye hitap ediyordu!
Kervana Abdullah Gül katılmaz olur mu! "Bu anlayış diktatör rejimlerin felsefesidir. Kaygıyla karşılıyorum. Hayretler içinde kaldık. Bunlar (bu mahkeme kararı) çok yanlış ve tehlikeli işlerdir."
Alparslan Arslan isimli katilin Danıştay baskını öncesinde Türkiye’de biz bunları yaşadık. Türkiye’yi yönetenlerin ağzından bu sözleri utanarak duyduk.
İyi biliniz, o baskın boşuna yapılmadı. Ama katliama doğrudan ve dolaylı biçimde yol verenlerden hesap sorulmadı. Bundan sonra da sorulmayacak.
* * *
Katil Alparslan mahkemede "deli numarası" yaptı. Kendisi açısından tek çıkar yol bu. Akıl dengesinin yerinde olmadığı belirlenirse ceza almayacak ve aramıza karışacak. Kararı Ankara’da Numune Hastanesi verecekmiş.
Peki bu "delilik" nereden çıktı? Şimdi yine Danıştay baskınının yapıldığı 17 Mayıs 2006 gününe dönelim. Baskından sonra sadece birkaç saat geçmişti ve Meclis kürsüsünde Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin konuştu:
"Bu konuda sürprizlere hazır olun!"
Şahin ne demek istiyordu? Baskın sonrasında bu işin askerlere ihale edilmek isteneceğini mi, yoksa katilin deli olabileceğini mi?
Aynı gün TBMM Başkanı, "büyük devlet adamı" Bülent Arınç yine Meclis’te konuştu. Kanlı baskından iki saat sonra!
"Saldırganın cezai ehliyeti olmayabilir. Akli dengesi yerinde olmayabilir. Yargı sürecinde hukuki ehliyeti olmadığı ortaya çıkabilir."
Aman yarabbim, böylesine "ileri görüşlü" devlet adamlarının karşısında saygıyla eğilmek, şapka çıkarmak gerekmez mi! Ne dedilerse o oluyor!
Arınç bu delilik olayını daha ilk saatlerde gündeme getiriyor ve rastlantıya bakınız ki (!) olaylar aynen kendisinin söylediği biçimde gelişiyor...
Ve katil Alparslan mahkemede deli numarası yapmaya başlıyor.
* * *
Katil şimdi Ankara’da Numune Hastanesi’nde incelenecekmiş. Orası deli raporu verirse, itiraz üzerine son sözü Adli Tıp Kurumu söyleyecekmiş.
Açık konuşuyorum, bu konuda ciddi endişeler var. AKP iktidarı Türkiye’de üniversite hastaneleri hariç bütün sağlık kurumlarını -Adli Tıp dahil- ele geçirdi, oralarda kadrolaştı ve her birinin başına kendi adamlarını getirdi.
Danıştay baskınına neden olan türban kararı sonrasında Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç gibilerin neler söylediğini, bu kararı nasıl ağır sözlerle eleştirdiğini de unutmayalım.
Katile rapor verecek olan kurumlardaki doktorların, iktidar sözcülerinin sözlerinin ve telkinlerinin etkisinde kalmamalarını, bilimsel haysiyet dışına çıkmamalarını, Türk milletine "perşembenin gelişi çarşambadan belliydi" dedirtmemelerini dilerim.
Bu adama deli raporu verilir ve ceza almaması sağlanırsa, herkes iyi bilsin ki Türkiye’de kıyamet kopar. Hem de fena kopar.
* * *
Emin Çölaşan’ın notu: Bu konunun ayrıntıları için Osman Özbek’in yeni çıkan kitabını okumanızı öneririm. "Danıştay’a Kanlı Saldırı. Laik Cumhuriyete 11 Kurşun." (Ümit Yayıncılık.)
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2006
DANIŞTAY katili Alparslan Arslan’ın dünkü duruşması, ülkemizin nerelere sürüklendiğinin somut göstergesi. Katilin babası İdris Arslan’ın duruşma öncesinde gazetecilere söyledikleri, gerçek bir ibret belgesi. Bakın neler diyor:
"Milletin gayesi, amacı ve değerleri var. Milletin değerlerine saygılı olun. Sevmeseniz de saygılı olun."
Sonra ekliyor:
"Saygılı olmayana, milletin değerlerine hakaret edenlere bu millet gereken dersi verir. Bunu herkes bilsin."
Dolaylı yollarla katil oğlunu savunuyor. "Danıştay o türban kararını verip milletin değerlerine saygısızlık ederse, o kararı verenler öldürülmeyi hak etmiştir. Benim oğlum da bu dersi vermiştir" demeye getiriyor.
Sözlerini sürdürüyor:
"Bu ülkede Türk, İslam, Kuran düşmanları var. Bu ülkede adı Ahmet, Mustafa, Ali, Veli olan birçok Ermeni ve Rum var. Laiklik adı altında bu ülkenin değerlerine düşmanlık etmektedirler.
Bu ülkenin değerlerini benimseyen herkesi yürekli olmaya davet ediyorum. Yürekli olun. Korkak olmayın."
Bu sözleriyle de herhalde "Benim oğlum yürekli davrandı, Danıştay’da türban kararını veren o dinsizlere derslerini verdi" demek istiyor.
* * *
Sevgili okuyucularım, bu sözleri hem de gazetecilere söyleyen kişi, bir ilköğretim müfettişi. Bir öğretmen! Hüseyin Çelik’in milliliği kalmamış Eğitim Bakanlığı’ndan maaş alıyor.
Bu şahıs, bu kafa yapısıyla yıllarca öğrenci yetiştirdi. Şimdi okulları, öğretmenleri, öğrencileri denetliyor.
Bu ülkede Müslüman ismi taşıyan Ermeniler ve Rumlar varmış! Varsayalım var, ne olmuş yani? İnsanların tek tek ırklarına bakıp mı karar vereceğiz? Onları toplumdan dışlayıp mahkûm mu edeceğiz?
Bu nasıl bir kafa yapısıdır?
Bu kafaya ilköğretim öğrencileri emanet edilir mi? Bu kafanın o küçücük beyinler üzerinde egemen ve etkili olmasına izin verilir mi? Türkiye’de verilir.
Duruşmada oğlu olay çıkardı ve yargılamaya ara verildi. Babası herhalde sabah söylediklerinden pişman olmuştu, ya da birileri kendisini uyarmıştı ki, verilen ara sonrasında oğlunun yaptığı saldırıyı, adam öldürmesini onaylamadığını söylemek zorunda kaldı. Az önce katilin anası da gazetecilerin suratına tükürmüştü.
* * *
Evet, bunların oğlu dünkü duruşmada olay çıkardı. Öğle vakti cuma namazı için duruşmaya ara verilmesini istedi. İstemi mahkeme heyeti tarafından reddedilince parmaklıkların arasından kaçmaya kalkıştı.
Verdiği mesaj babasıyla aynı!
Devletin mahkemesini basmış, bir üyeyi öldürmüş, ötekileri yaralamış. Kafasında yaptığı hesap şöyle:
"Ben onları din uğruna öldürdüm. Şimdi namaz kılıp sevap kazanacağım!"
Benim bildiğim kadarıyla dünyanın hiçbir dininde insan öldürmeyi hoşgören bir kural yok.
Hoşuna gitmeyeni öldüreceksin, sonra duruşmada atraksiyon yapıp namaza gitmeye kalkışacaksın ve Allah senin günahlarını affedecek!..
Ve Alparslan’ın hanesine günah değil sevap yazacak!
Avukatı, katilin ruh sağlığının bozuk olduğunu iddia ediyor.
Katil Alparslan zaten yaptıklarının ağırlığı altında eziliyor. Yemek yemiyor, kimseyle konuşmuyor. Hastaneye kaldırıldı, tedavi gördü.
Belki yaptığına bin pişman ama erkekliğe şey sürmeye eli varmıyor.
Oysa baskın yaptığı gün elinde tabancasıyla ateş edip insanları devirirken, Danıştay binası içerisinde "aslanlar gibi" kükrüyordu:
"Ben Allah’ın askeriyim..."
"Allahüekber..."
(Bu sözlerini savcılık iddianamesinden ve Emniyet ifadesinden yazıyorum.)
Şimdi bir tek umudu var:
Mahkeme akli dengesinin yerinde olup olmadığını saptamak için kendisini Adli Tıp Kurumu’na sevk ederse...
Çeşitli muayenelerden geçecek.
Deli raporu almayı başarırsa, ceza almayacak. Tahliye edilecek ve aramıza karışacak.
Alamazsa... Yandı gülüm keten helva!
Ayvayı yiyecek.
Yazının Devamını Oku 11 Ağustos 2006
BURADA defalarca sordum. Eski DEP milletvekili olan PKK’lılara bu devlet maaş ödüyor mu, ödemiyor mu? Yanıt dün öğle saatlerinde TBMM Basın ve Halka İlişkiler Dairesi Başkanlığı’ndan geldi. Size aynen aktarıyorum:
"Sayın Emin Çölaşan, 5 Ağustos ve 9 Ağustos tarihli köşe yazılarınızda, eski DEP milletvekillerinin halen devletten milletvekili maaşı alıp almadıklarını ve sağlık harcamalarının yine devlet tarafından karşılanıp karşılanmadığını gündeme getirmiş bulunmaktasınız.
Anayasa’nın ve ilgili kanun maddelerinin bu konulardaki hükümleri çok açıktır. Buna göre:
1- Anayasa’nın 84. maddesi uyarınca milletvekillikleri sona erdirilen ve halen kanlı terör örgütünün lideri konumunda ve yurtdışında olduğu söylenen Zübeyir Aydar (Siirt) ile birlikte Nizamettin Toğuç (Batman) ve Ali Yiğit (Mardin) adlı eski DEP milletvekilleri, temsil tazminatı ve tedavi yardımından faydalanmamaktadır. Bu kişilerin TBMM kimliği de bulunmamaktadır.
2- Yine Anayasa’nın 84. maddesi uyarınca milletvekillikleri sona erdirilen Hatip Dicle (Diyarbakır), Sedat Yurttaş (Diyarbakır), Leyla Zana (Diyarbakır), Orhan Doğan (Şırnak), Selim Sadak (Şırnak), Naif Güneş (Siirt) ve Sırrı Sakık (Muş) adlı milletvekillerine 4505 sayılı kanunun geçici 8. maddesine istinaden temsil tazminatı ödenmekte ve 3671 sayılı kanunun 4. maddesi uyarınca bu kişiler tedavi yardımından faydalanmaktadır.
Söz konusu kişilere her ay net 1.304 YTL temsil tazminatı ödenmektedir.
3- Aynı partiye mensup Ahmet Türk (Mardin) Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nden 4554 sayılı kanun gereğince emekli aylığı (yaklaşık 4 milyar) almakta ve tedavi yardımından faydalanmaktadır.
4- Halen yurtdışında oldukları ileri sürülen Mahmut Kılınç (Adıyaman) ve Remzi Kartal da (Van) Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü’nden emeklilik maaşı almaktadır. Bu kişilere tedavi yardımı yapılmamaktadır.
Özet olarak, yapılan ve yapılmayan ödeme ve işlemler kanunlar çerçevesindedir. Hiçbir keyfi uygulama söz konusu değildir."
* * *
Dün ayrıca eski DEP milletvekili Orhan Doğan’dan bir faks aldım. Ziraat Bankası TBMM Şubesi’nden aldığı resmi yazıyı bana göndermiş. Buna göre Orhan Doğan, TBMM Saymanlık Müdürlüğü’nden her ay 1.227 YTL tazminat alıyor.
Kendisi de belgenin altına bir not yazmış:
"Bu belgeden de anlaşılacağı üzere, köşenizde sıkça vurguladığınız gibi emekli maaşı almamaktayız. Yasalar bu hakkı tanımasına rağmen ne yazık ki ülkemizde emekli maaşı alamayan birkaç milletvekiliyiz.
Oysa binlerce (eski) milletvekili emekli maaşını alıyor. Bu kısa açıklamayı köşenize taşımanız dileği ile. Orhan Doğan."
* * *
İşin yasal ayrıntılarını bilemem. Ancak bu açıklamalardan ortaya çıkan tablo ilginç!
Bu PKK’lı eski DEP milletvekillerinin bir bölümüne hiçbir ödeme yapılmıyor. Bazısına tam emekli maaşı, bazılarına tazminat ödeniyor.
Sağlık harcamalarından bazısı yararlanıyor, bazısı yararlanamıyor.
Dün öğrendiğime göre -doğruluğunu kesin olarak bilemiyorum- kendilerine hiçbir ödeme yapılmayan üç eski milletvekili, maaş ve sağlık yardımı için kendileri başvuruda bulunmamış.
Bulunsalardı ne olurdu?
Örneğin şu anda PKK’nın başında bulunan Zübeyir Aydar devletten her ay maaş alırdı!
Harika olurdu!
* * *
Her gün şehit cenazesi kaldırılan bir ülkede bu tablo tepki yaratır. TBMM’den ayda en küçük rakamla 1 milyardan fazla alan ve PKK’lı olduğu herkes tarafından bilinen, bu konuda yargılanıp ceza alan eski milletvekilleri, yandaşları tarafından şehit edilen askerlerimizden, polisimizden, onların geride bıraktığı aile bireylerinden çok daha fazla para alıyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir durum olamaz.
Türkiye’ye özgü bir dram, bir komedi!
Silahı kendi ellerimizle kendi ayağımıza sıkıyoruz.
Daha da önemlisi, insanlarımızı rencide ediyoruz, farkında değiliz.
Yazının Devamını Oku 10 Ağustos 2006
LİBERAL Demokrat Parti Başkanı Cem Toker’den aldığım faksı size aynen iletiyorum. Lütfen dikkatle okuyunuz, bir ibret belgesidir. "Sayın Çölaşan, 30 Temmuz 2006 Pazar günü Muş’un Korkut İlçesi’nde Belediye Meclisi üyeliği seçimi yapıldı. Bu seçime biz de katıldık. Bu vesileyle genel başkan sıfatımla bir Doğu ilimizin ilçesindeki seçim havasını yaşamak için Korkut’a gittim.
Şimdi sizinle paylaşacaklarımı partimin reklamı olsun diye yazmıyorum. Yazımdaki gerçekleri kısmen de olsa köşenize taşımaya karar verirseniz, partimizden isterseniz hiç söz etmeyin ama rezaleti lütfen topluma duyurun.
Zira orada gördüklerim ve duyduklarım karşısında ’Siyaset buysa ben siyasetçi değilim’ dedim. Kahve toplantılarında Korkut halkına ’Bize oy vermeyin’ dedim.
2006 Türkiye’sinde hálá suyu olmayan bir ilçe! Köy değil, 19 yıl önce ilçe olmuş bir yerleşim birimi. Dikkat edin, oraya gelen AKP milletvekilleri yolu değil, fabrikayı değil, medeniyetin ve yaşamın simgesi olan musluktan akan suyu, bir belediye meclis üyeliği seçiminde, seçim şantajı olarak kullanıyor.
Dört yıl boyunca ilçeye bir çivi bile çakmayan AKP, seçime bir gün kala 300 milyar lira ödeneğin tahsisinin çerçeveli fotokopisini büyütüp ilçeye gönderdi... Ve ’eğer oyunuzu bize verirseniz paranın geri kalan bölümü arkadan gelecek’ diye şantaj yaptı.
Bunları yazan Muş’un Sesi ve Şark Telgraf gazetelerini de size gönderiyorum: ’Düzenlenen törende konuşan AKP milletvekili Seracettin Karayağız, belediye meclisi seçiminde AKP’nin güçlü çıkması gerektiğini belirterek ’Korkut içme suyu çalışmalarının devamını getirmek için Ankara’dan bir şeyler isteyecek yüzümüzün olması gerekir’ dedi.’
Sayın Çölaşan, ilçe halkıyla yaptığım toplantılarda bana, AKP’ye sadece ilçelerine su getirmeyi vaat ettiği için oy vereceklerini ifade ettiler... Çünkü soz konusu olan ’SU’ idi. Kendilerine haklı olduklarını, ben de Korkutlu olsam belki mecburen ve çaresizlikten AKP’ye oyumu verebileceğimi söyledim.
Ancak Korkut halkından rica ettim. Seçimin ertesi sabahı daha geniş düşünmelerini, niçin her seçimde birilerinin şantajlarına boyun eğmek zorunda kaldıklarını kendi kendilerine sormalarını istedim.
Ve, insanın düşman askerinden bile esirgemediği, su gibi medeniyetin, uygarlığın, yaşamın kaynağı olan bir konuyu insanların abdest aldığı bir ülkede seçim pazarlığı yapan zihniyet karşısında utandım. ’Tamam kardeşim, gidin AKP’ye oy verin’ demek zorunda kaldım.
Tekrar ediyorum. Bu zihniyette insanlarla birlikte ’siyasetçi’ sıfatını taşıdığım için çok rahatsızım. Sizden ricam, bu adamların gerçek yüzlerini lütfen topluma duyurmaya devam ediniz. Saygılarımla. Cem Toker."
Bir ilçe düşünün, musluklarından su akmıyor! İnsanlar pis kuyu suyu içiyor... Ve seçim öncesinde Korkut İlçesi’ne 300 milyar lira gönderiliyor, belgenin fotokopisi büyütülüp ahaliye dağıtılıyor.
İnsanların en doğal hakkı olan su bile, böyle oy avcılığına alet ediliyor.
Dün Toker’i arayıp seçim sonucunu sordum. Belediye Meclisi’nde 6 üyelik AKP’nin, 3 üyelik DYP’nin olmuş.
VE ELEKTRİK
Muş’un ilçesinde su durumu böyle de, Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da elektrik durumu acaba nasıl? Bizim Hürriyet bürosu Ankara’nın göbeğinde, Cinnah Caddesi’nde. Çevremiz konutlar, bankalar, işyerleriyle dolu.
Gazetemizde hiç abartmadan söylüyorum, günde en az 20 kez elektrik kesiliyor. Ben bunu bizim binaya özgü bir durum zannediyordum. Birkaç gündür çevredeki işyerlerine, banka çalışanlarına soruyorum, onlar da aynı sıkıntıyı yaşıyor. Bazılarında -jeneratör yoksa- bilgisayar sistemleri çöküyor, ev aletleri bozuluyor.
Ankara böyle de, Türkiye’nin öteki tarafları farklı mı! Enerji politikaları tümüyle iflas etti. Şimdi elektrik zammı bekleniyor.
2l. yüzyıldayız. Bir yanda suya hasret insanlar üzerinden siyaset yapılır ve ülkenin dört bir yanında elektrik kesintileri insanları çıldırtırken, öte yanda beyinlerimiz AB masallarıyla morfinleniyor!
Yazının Devamını Oku 9 Ağustos 2006
PKK isimli terör örgütünün günümüze kadar pek çok marifetini (!) izledik. Pusu kurar, mayın döşer, yol keser, köy basar... Fakat ilk kez bir TSK görevlisinin evini bastı. Beytüşşebap İlçesi’nde Astsubay Levent Çevik’in evi basıldı ve aile tarandı. Astsubay şehit. Küçük çocuğu yaralı, eşi kurtuldu. Astsubayın babası, oğlunun ölüm haberini alınca kalpten vefat etti.
Türkiye’de her gün şehit cenazeleri kalkıyor. Başka bir ülkede olsa "hükümet nerede" diye feryatlar yükselir. Hükümet nerede? Oracıkta, Ankara’da! Altlarında kırmızı plakalı makam otoları, yanlarında korumaları, gak deyince su, guk deyince pasta, ahkám kesmekle meşgul.
İhaleler parlak!.. Köşeyi dönen yandaşlar!.. Paralar gıcır!.. Dün otobüse binen çulsuz yandaşlar şimdi altlarında son model ciplerle tur atıyor. Devletin ve AKP’li belediyelerin ihale ve alımları, bunlara tam kadro köşe döndürüyor.
Şehit cenazelerini kim takar! Astsubayın evi basılmış, şehit edilmiş. Basarsın bir başsağlığı mesajı, olur biter.
PKK sorununu çözmesi için Ankara’daki ABD Büyükelçisi’ne dil dökersin, zavallı kukla Irak hükümetine yalvarıp yakarır, onlardan ricacı olursun.
Daha çoook beklersin! Boşverin. Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!
ÖDENİYOR MU, ÖDENMİYOR MU?
Sevgili okuyucularım, bu hükümetin bir uygulaması var. Sorduğumuz sorulara yanıt vermek işlerine geliyorsa, hemen verirler. Yoksa suskunluğa bürünürler. Geçenlerde burada sormuştum: "Başbakan’ın Cüneyd Zapsu isimli fındık tüccarı danışmanı Türkiye’nin dış siyasetini belirliyor. Bu şahıs Başbakanlık personeli değil. Devlette görevi yok. Acaba yurtdışı gezilerinde kendisine devletten harcırah veriliyor mu?"
Hemen yanıt geldi: "Verilmiyor."
Bu yanıtı burada aynen yayınladım. O gün bir büyükelçi aradı: "Emin Bey sorun bakalım, Cüneyd’e yurtdışı gezilerinde örtülü ödenekten para veriyorlar mı, vermişler mi?"
Sorsam da yanıt gelmez. Gelse bile aksini kanıtlamak mümkün değil... Çünkü örtülü ödenek parası sadece Başbakan emriyle harcanır. Trilyonlarca liralık örtülü ödenek parası harcamalarında fatura, fiş, belge, imza aranmaz.
Devletin örtülü ödenek parası Başbakan’ın sütüne, namusuna havale edilmiştir.
Örneğin, rahmetli dolandırıcı Selçuk Parsadan itiraf edip açıklamasaydı, Tansu Çiller döneminde örtülü ödenek parasının dolandırıcılara kaptırıldığını hiçbirimizin ruhu duymayacaktı.
* * *
Şimdi esas konumuza gelelim. Burada şu soruyu kaç kez açık ve net bir biçimde sordum ve yanıt istedim. Şu dakikaya kadar tık yok. Yeniden soruyorum:
"Türkiye Cumhuriyeti devleti, şu anda PKK’nın başında olan Zübeyir Aydar isimli eski DEP milletvekiline eski milletvekili maaşı ödüyor mu? Aynı olanaktan Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan gibi PKK’lı eski DEP milletvekilleri de yararlanıyor mu? Bu maaşlar ayda 4 milyarı buluyor mu?
Bunların bütün sağlık harcamaları da devlet tarafından karşılanıyor mu?"
Peki bu soruların muhatabı kimdir?
TBMM Başkanlığı mı? Başbakanlık mı? Maliye Bakanlığı mı? Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü mü? Kim, kim?
Dikkat ediniz, bu kurumların hiçbiri bu sorulara yanıt veremiyor. Demek ki işin içinde bir sakatlık var.
Örneğin, şu anda PKK’nın başında olan Zübeyir Aydar’a maaş ödeniyor mu? Eğer ödeniyorsa, dünyanın hangi ülkesinde böyle bir uygulama olabilir? Bir yanda şehit cenazeleri... Ve sen onları şehit edenlere maaş ödüyorsun!
Bizi yönetenler bu durumdan acaba utanıyor mu? Utanıyorlarsa, niçin mevzuatı değiştirmiyorlar?
Beş dakkada Beşiktaş yöntemiyle, kaldır elini, indir kolunu komutuyla yasa çıkaranlar, acaba bu acı gerçek karşısında niçin suspus oluyorlar?
Ancak burada bir parantez açayım. Sağlık harcamalarını devlete ödetenler arasında Zübeyir Aydar olmasa gerekir...
Çünkü o PKK’nın başında ve Kuzey Irak’ta yaşıyor.
Ancaaak, burası Türkiye!
Kuzey Irak Kürt devletindeki hastanelerde yaptığı sağlık harcamalarını belgeleyip buraya gönderiyor ve parasını alıyorsa, vallahi hiç şaşırmam!
Evet sevgili okuyucularım, bu maaş ödemeleri konusunda yanıt gelirse size aynen aktaracağım... Ve gelinceye kadar ısrarla soracağım.
Ortada böyle bir rezalet varsa, bilelim. Yoksa, yine bilelim ve içimiz rahat etsin.
Yazının Devamını Oku 8 Ağustos 2006
SEVGİLİ okuyucularım, adına İsrail denilen küçücük bir ülke var. Arkasına ABD desteğini almış, vurdukça vuruyor. Nüfusu 7 milyon dolaylarında. Öbür tarafta ise toplam nüfusu 400 milyonu geçen Arap ve İslam ülkeleri var. İsrail çepeçevre bunlarla kuşatılmış durumda.
Arap dindaşlarımızın liderlerine bakarsanız hepsi de "amansız ve katıksız İsrail düşmanı" olduğunu iddia eder!
Bu "düşmanlığa (!)" mollaların İran’ını da ekleyin.
İslam ülkelerinin çoğuna Allah petrol ihsan etmiştir. Fakat petrol gelirinin çoğu halkın değil, bugün Türkiye’ye şeref verecek olan Suudi Kralı gibilerin ve sülalesinin ceplerine girer. Onlar da milyarlarca doları har vurup harman savurur.
Saraylar, haremler, her türlü rezalet onlardadır. Ama onların ağzından ’Allah’ sözcüğü düşmez.
* * *
Küçücük, minnacık İsrail, haftalardır ortalığı altüst ediyor.
Hani nerede bu Arap ülkeleri? Nerede İran?
Bunların ordusu, askeri, uçağı, tankı topu yok mudur? Fazlasıyla vardır da, palavra sıkıp nutuk atmak dışında yürekleri yoktur.
Şu son olaylara bakınız! Nerede İsrail’in sınır komşusu Suriye, Ürdün, Mısır gibi ülkeler? Nerede İran, Cezayir, Tunus, Fas, Suudi Arabistan, Katar vesaire?
Niçin kıllarını bile kıpırdatmıyorlar?
Bu sorunun yanıtını size açıkça vereyim. Bunların tamamı, İsrail düşmanlığını iç politika malzemesi olarak sadece kendi insanlarına karşı kullanan, gerçekte İsrail’in kazanmasını isteyen hokkabazlardır.
Allah, din, iman, Müslümanlık gibi kutsal kavramlar bunların sadece ağzındadır. Bunlar dinimizi bir gösteri ve para kazanma aracı olarak kullanır. Her türlü düzenbazlık, yolsuzluk, vurgun, kepazelik bunlardadır.
Bir düşünün, karşınızda 7 milyonluk bir ülke... Ve sizi duman ediyor!
Bu Arap ve Acem ülkeleri palavra sıkmayı bırakıp bir araya gelse, İsrail’i tükürükle boğar. Orduları, asker, uçak, top, tank vesaireleri İsrail’den çok daha fazladır.
Bunlar İsrail’in üzerine kazma kürekle yürüse, vallahi o küçük ülkeyi sarsar. Ama yürekleri yoktur.
Artı, o İslam ülkeleri birbirlerinden nefret eder. İsrail bunların pek çok yöneticisini satın almıştır. İsrail bunlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar.
Ama ortada büyük ve asla unutulmaması gereken bir gerçek vardır!
Bu Arap ülkelerinin çoğu, emir ve direktifleri ABD’den alır. Onlar ABD’nin kucağına düşmüştür. O yüzden İsrail’e tavır koymaları mümkün olmaz.
* * *
Bazen düşünüyorum, acaba bu Arap ülkelerini Mehmetçiğin ah’ı mı tutuyor?
Birinci Dünya Savaşı’nda bunların Türk askerini nasıl arkadan vurduğunu, İngilizlerle işbirliği yaparak, çil çil İngiliz altınlarına tav olarak kendi dindaşlarına nasıl ihanet ettiğini hiç unutmadık.
O topraklarda yüz binlerce şehit bıraktık. Bugün o topraklarda Irak, Suriye, Ürdün, Filistin, Lübnan, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan var.
İsrail devletini orada kurduranlar, Türk ordularını arkadan vuran satılık Araplardır. Bizim dindaşlarımız!
Peygamberimizin mezarının bulunduğu kutsal Medine kentini kuşatıp ele geçirenler, Mehmetçiği orada aylar boyunca aç ve susuz bırakıp çekirge ölülerini yemeye mahkûm edenler kimlerdi? İngiliz işbirlikçisi Araplar!
Medine’yi savunan kahraman Fahrettin Paşa o açlık ve susuzluk ortamında emir yayınlıyordu:
"Asker evlatlarım, çekirge yemek çok güzel. Ben yiyorum, sizler de yiyin. Sacda döndürüp kızartacaksınız."
Hey gidi günler!
* * *
İşte sizlere bizim "din kardeşlerinden" küçücük bir kesit!
İsrail’in "düşmanı" bunlar! Aslında İsrail’in başına devlet kuşu konmuş, piyangodan büyük ikramiye çıkmış.
Böyle köfte, sahte, göstermelik, düzmece düşmanlar, dostlar başına! Allah herkese böyle düşmanlar nasip etsin. Amin.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2006
BU hafta tanık olduğumuz iki olayı irdeleyelim! Ankara’da oturup Ordu’da yol açmaya çalışan bir Başbakan! Fındık üreticileri yolu kesmiş, Ankara’dan trafiği yönetiyor! İşin daha da acısı, "yol kesilince ambulanslar bekledi, iki hasta öldü" diyor. Ordu İl Sağlık Müdürü açıklama yapıyor: "O gün ilimizde iki kişi denizde boğularak öldü. Başka bir ölüm yoktur."
Bir başbakan düşünün!.. Ya bilerek yanlış bilgi veriyor, ya da dolduruşa gelip bilmeden konuşuyor.
Biz böylesini Türkiye’de hiç görmedik.
Ankara tüccarlarından Devlet Bakanı Ali Babacan açıkladı: "Merkez Bankası da İstanbul’a taşınacak." Hemen ardından Merkez Bankası bildiri yayınlayıp bu haberi yalanladı. Yarım saat sonra Merkez Bankası Başkanı, "Taşınacağız" demesin mi!
Bunların birbirinden ve dahası kendilerinden haberi yok. Birinin evet dediğine öteki hayır diyor. Her kafadan ayrı ses çıkıyor. Merkez Bankası Başkanı, hükümetten azar işitip iki saatte fikir değiştiriyor.
Merkez Bankası, Cumhuriyet’in önde gelen kurumlarından biridir ve yasaya göre merkezi Ankara’dır. Bunlar ne yapıyor?
İstanbul yeni finans merkezi oluyormuş! Bu bahaneyi kullanıp Ankara’nın içini boşaltma oyunu mu oynanıyor?
KİTAP BAĞIŞLARI
Birkaç gün önce Muş’tan bir e-posta geldi: "İlimiz küçüktür ve kültürel faaliyet açısından çok geri kalmıştır. Bizler, Muş kültür sanat ve edebiyat grubu olarak bu açığı biraz olsun kapatmak istiyoruz. Merkezimizde ciddi bir kütüphane oluşturmaya karar verdik. Bu naçizane çalışmaya destek verir misiniz? Göndereceğiniz birkaç kitapla yeni ufuklar açıp gelişkin bireyler yetişmesine olanak sağlayabilirsiniz. Belki gönlümüzün istediğini yapamayabiliriz ama gücümüzün yettiğini niçin yapmayalım? Bize kitap gönderirseniz mutlu oluruz. Öğretmen Kasım Sığınç. Tel: 0505 234 55 23."
Birikmiş epeyce kitabım vardı. Kasım Bey’i arayıp biraz bilgi aldım. İşi ciddi tuttuklarını anladım... Ve altı koli dolusu 400 kadar kitabı, benim kitaplarımdan da birer adet ekleyerek Muş’a -TNT Ekspres Kargo ile ücretsiz- gönderdim. Tek isteğim, bana bir teşekkür yazısı göndermeleriydi.
Önceki gün Muş’tan yine mesaj geldi. Kitaplar ulaşmıştı. Teşekkürlerini iletiyorlardı.
* * *
Burada benim de TNT Ekspres Kargo Şirketi’ne toplum adına bir teşekkürüm olacak. Bu kuruluş göndereceğiniz kitapları, ansiklopedileri, dergileri evinizden alıyor, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile işbirliği içerisinde bunları Türkiye’nin dört bir yanındaki okullara ve kütüphanelere ücretsiz olarak dağıtıyor. Kitapların temizlenmesi bile onlara ait.
Öncelik Güneydoğu il ve ilçelerine, köy ve varoş okullarına.
Burada size TNT’nin telefon numarasını bir kez daha veriyorum. Evinizdeki, işyerinizdeki fazla, bundan sonra okumayacağınız kitapların turşusunu kurmayın! Onları rafları dolduran bir gösteri aracı olarak görmeyin. Kitap ve kırtasiye malzemesi bekleyen okullara TNT aracılığı ile ücret ödemeden, cebinizden para çıkmadan gönderilmesini sağlayın.
TNT Telefonu: 444 0 868.
* * *
Önüme sık sık gelen istek mesajlarında herkes kitap istiyor. Türk milleti olarak kitaba para vermeyi sevmiyoruz. Çok fazla kitap okumuyoruz. Ancak elimize ücretsiz kitap ulaşırsa, işte o zaman gerçekten okuyoruz.
Kitaplar topluma da yeterince ulaşmıyor. En çok satan kitapları bile Anadolu’da bulmanız mümkün değil. Yayınevleri ve dağıtım kuruluşları İstanbul, Ankara ve biraz da İzmir dışında, Anadolu’ya kitap göndermiyor.
Şimdi önümde iki istek mesajı var. Size ileteyim, belki ilgilenip kitap gönderirsiniz:
"Eskişehir’in Taşköprü Köyü’nde kültür ve eğitim derneği kurduk. Kitaplığımız ve okulumuz için kitap, defter, ansiklopedi, harita ve Atatürk posterleri istiyoruz. Fazlası olursa çevre köylere vereceğiz. Yardımınızı bekliyoruz. Size sonsuz teşekkürler. Telefonlarımız 0222 423 20 08 ve 0222 423 21 87."
Bir başka istek Ankara’dan: "Emekli öğretmen ve Seyranbağları muhtarıyım. Muhtarlığımız ve Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla mahallemizde 10 bin kitaplık kütüphane kurduk. Ancak şimdiye kadar 800 kitabımız oldu. Kitap sayımız biraz daha artarsa açılış yapacağız. Bize yardımcı olacağınızı düşünüyoruz. Kitap bağışlamak isteyenler lütfen bizi arasın. Muhtar İbrahim İspir. Muhtarlık telefonu: 0312 430 40 50."
Yazının Devamını Oku