20 Eylül 2006
SEVGİLİ okuyucularım, bugün yazmam gereken en az beş konu vardı. Hepsini erteledim. İnsan bazen yanıbaşında yaşadığı çirkinliklere tanık olunca ister istemez o konuya girmek zorunda kalıyor. Ben de bugün öyle yapacağım.
Pazar günkü Ankara Rezaleti başlıklı yazımda da değinmiştim. Başkentin anayolu olan Atatürk Bulvarı, Cinnah Caddesi ve bulvarın Çankaya’ya çıkan uzantısı olan Protokol Yolu altüst edilmiş durumda. Büyükşehir Belediyesi altgeçit yapacak!
Bizim gazetenin tam önünde olanları arkadaşlarla izliyoruz. Ekipler, Ankara’nın 60 yıllık anıt ağaç çınarların kocaman dallarını şakır şakır kesiyorlar. Kim kesiyor? Ellerine elektrikli testere verilmiş olan sorumsuz, bilgisiz birileri.
Niçin kesiyorlar? Kazık çakmak için getirilen kuleye bu ağaçlar engel oluyormuş!
Cinnah Caddesi günlerdir yerlere serilen ve bazıları insan gövdesi kalınlığında çınar dallarıyla kaplı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde hiçbir makam böyle bir katliama göz yummaz.
Dün aynı uygulama yine devam ediyordu. Gazetedeki arkadaşlar artık isyan etmişti. İçinde 150 kişiyi barındıran Hürriyet binasında sular kesikti. Elektrik günde en az l0 kez kesiliyordu. Tam bir sefalet yaşıyorduk ama ağaç katliamı bunların üzerine tuz biber ekti.
* * *
Ankara’yı ve özellikle AKP’ye oy vermeyen Çankaya semtini felç eden bu altgeçit inşaatları herkesi canından bezdirdi. Şimdi bazı sorularım olacak:
1- Bu inşaatlar başlamadan önce şehircilik uzmanlarının görüşü alındı mı?
2- Bu işler kimlere verildi?
3- İhale açıldı mı?
4- Açıldıysa, ihale ilanı nerede yayınlandı? Kaç firma girdi, hangi teklifleri verdi? Öteki koşullar nedir?
5- Her inşaatta asılması zorunlu olan, işi alan firmayı ve bedelini gösteren tabelalar niçin yok?
6- Bunların planını projesini kim yaptı?
7- İşin maliyeti ne kadar olacak?
8- Şimdi 60 yıllık çınarların köklerini de gözümüzün önündeki kazılarda kesiyorlar. Bu anıt ağaçlar kurursa sorumlusu kim olacak?
Düşünün, milyonlarca insanı ilgilendiren, onların yaşamını doğrudan etkileyen, çile çektiren bir iş yapıyorsunuz ama bu konuda halka en ufak bir bilgi veremiyorsunuz.
* * *
Dünyanın hemen her kentinde alt geçitler açılır ama böyle bir rezalet oluşmaz. Bunun mühendislik teknikleri vardır. Makinelerle toprağın altına girip kazar ve geçidi bitirirsiniz.
Dün Cinnah Caddesi’ne bütün televizyon ekipleri gelip bu rezaleti kayda aldılar. Sanırım dün gece haber bültenlerinde izlemişsinizdir.
Bundan birkaç ay önce Atatürk Bulvarı’nın ortasına yüzlerce ağaç diktiler. Şimdi inşaat nedeniyle bu ağaçların tümünü kestiler! Yüz milyarlarca lira güme gitti!
Protokol yolu ve Cinnah’ta yeni trafik düzenlemesi yapıldı. Bir sürü harcamaya yaptılar... Ve iki hafta sonra her şey sıfırlandı, okullar açıldığında aniden inşaatlar başladı.
Bu yazdığım yerlerden her gün Başbakan ve bakanları geçiyor. Eğer Atilla Koç gibi uykuda geçmiyorlarsa, anlattığım tabloyu hepsi her gün görüyor. Bunlardan birinin aklına şu rezaletin, yapılan harcamaların, savurganlığın, plansızlığın, ciddiyetsizliğin hesabını sormak acaba gelmiyor mu?
Ayıptır, günahtır yahu! Belediyenin kendi partilerinden olması, bu yapılanlara göz yummak ve görmemek anlamına mı gelir? Oralardan uykuda mı geçiyorlar, yoksa kendi adamlarının yaptıklarını görmezden mi geliyorlar?
Hiç kuşkunuz olmasın, bunları başka partiden olan bir belediye yapsaydı, Ankara’da yaşayan milyonlarca insana eziyeti o belediye çektirseydi, hükümet üyeleri ayaklanıp demeçler verir, hatta soruşturma açarlardı.
Pazar günkü yazımda sorduklarımı bir kez daha aynen tekrarlıyorum:
"Belediyecilik insanlara eziyet çektirme yeri midir? Milletin vergilerinden toplanan paraları böyle savurmak, plansız programsız, zamansız iş yaparak insanları çileden çıkarmak ve milyonlarca insana "hizmet tacizi" yapmak mıdır?"
Bu iktidarın gitmesine az kaldı. Taksimetre artık tersine çalışıyor... Ve biliniz ki onları bu yaptıkları, hesabını vermedikleri, veremedikleri harcamalar ve işlemler götürecek.
Yazının Devamını Oku 19 Eylül 2006
MECLİS bugün açılıyor. 1 Ekim günü açılması gerekirken, AKP’lilerin imzalarıyla bugün erken açılış yapıyor. Niçin?.. Çünkü AB, belli yasaların derhal, en geç ekim ayı sonuna kadar çıkarılmasını istedi.
Avrupa’dan böyle bir direktif gelecek ve bizim hükümet bunu geri çevirecek!.. Onların istediği yasaları zamanında ve onların istediği biçimde çıkarmayacak!
Olacak şey değildir. Nitekim olmadı.
Bir ülke, yönetimini tümüyle dış güçlerin eline verirse sonuç budur.
Ekonomiyi dışarıdan IMF yönetiyor. Paramızın değerini onlar belirliyor, borçlanmayı, yatırımların ve devlet ödemelerinin durdurulmasını onlar emrediyor.
İç siyaseti AB yönlendiriyor. Onlar tak diye emrediyor, bizimkiler şak diye yapıyor. Bütün yasal düzenlemeler Meclis’ten buna göre çıkıyor.
(Burada iktidarın hakkını yemeyelim. Kendi adamlarına ve yandaşlarına kıyak yapmak, onları cezadan kurtarmak için çıkarılan yasalarda AB’nin günahı yok. Onları hükümet kendi özgür iradesiyle yapıyor!)
Dış politikayı ABD ve AB birlikte yönlendiriyor.
Hükümet birkaç günden bu yana terör konusunu da ABD’ye ihale etmeyi başardı! ABD’nin istemiyle onlardan ve bizden iki emekli general "PKK koordinatörü" olarak atandı. Türk devleti yakında -ABD’nin aracılığı ile- doğrudan veya dolaylı bir biçimde PKK’yı muhatap alacak, görüşme yapacak.
Böyle yönetilen bir ülkede Meclis erken açılmış, AB yasalarını çıkaracakmış, bunlara şaşmamak (!) gerekiyor.
Eğer bir ülke kendi yönetimini bütünüyle dış güçlere bağladıysa, olacağı budur.
Daha düne kadar "Hıristiyan AB bizi kapısındaki kulübeye sokacaktır, bizi sömürecektir" diye Meclis kürsüsünden feryat eden Abdullah Gül gibiler şimdi 180 derece dönüş yaptı, AB yasaları çıkarıyor!
* * *
İş bu kadarla da kalmıyor. Bir de Arap sevdası başladı. İstanbul’un altın değerindeki Sevda Tepesi, Boğaz manzarası ve her şeyi ile Türkiye’nin en değerli arazisi.
Bu tepeyi Turgut Özal zamanında Suudi Arabistan Kralı hazretlerine satmışlar. Burada inşaat yasağı var.
Hazret burayı alırken bu yasağı biliyor mu? Biliyor.
Fakat kendisinde, öteki (namuslu) Arap şeyhleri gibi sonsuz para var. Bizim hükümet şimdi Kral’ın gönlünü hoşnut kılmak için yasa çıkarma hazırlığına girişti.
Sevda Tepesi imara açılacak.
Kral orada inşaatlar yaptıracak. Bu görkemli yapılardan bir bölümünde belki kendisi, sülalesi ve hanedanı oturacak, ötekiler Türkiye’nin en büyük para babalarına satılacak.
Kral hazretlerinin keyfi yerine gelsin diye Boğaz’da imar değişikliği yapılınca, bu yörede kaçak yapılan bin dolaylarında yapıya da ister istemez af gelmiş olacak.
Dahası, bundan sonra Boğaz’da yapılaşmanın-betonlaşmanın önü açılacak.
Ne uğruna? Suudi Kralı’na kıyak yapma uğruna.
Acaba Suudi Kralı bize kendi ülkesinde bunun binde biri oranında bir kıyak yapar mı? (Yapar, yapar, zor yapar!..)
İstanbul’da dünya mirasının en seçkin yerlerinden biri olan Sultanahmet Meydanı’nı ramazan ayında baştan sona gecekondu barakalarda doldurmaktan utanç duymayan, bu güzelim meydanı şantiyeye döndürüp yeni bir çöplük yaratan kafalar, bu kez dünyanın incisi İstanbul Boğazı’nı Arap kralının hatırı için yeniden imara açıp rezil edecek...
Çünkü kafaları hep aynı doğrultuda çalışıyor:
"Sultanahmet’ten şu kadar milyar rant sağlayıp yandaşlara köşe döndürürüz, hem de ramazan sömürüsü yapmış oluruz. Boğaz’ın tepelerini Kral hazretlerine açarsak yüz milyonlarca dolar gelir, hem de Kral’ı hoşnut edip kafakola almış oluruz. Sonra Boğaz’ın geri kalan değerli arazilerini de Arap şeyhlerine okuturuz."
* * *
Bir ülke ulusal onurunu yitirince, egemenliğini yabancılara devrederse, ekonomisi, iç ve dış politikasıyla dış güçlerin boyunduruğuna girerse, o ülkeyi yöneten iktidar din sömürüsünden, din ticaretinden medet ummaya başlarsa, olacağı işte budur!
Meclis yabancılar için erken toplantıya çağrılır, terörle mücadele yabancılara ihale edilir, paranızın değerini elálem belirler, dünya cennetleri yabancılar için imara açılıp rezil edilir...
Bunların cilası olarak da kafalara "Türk değil, Türkiyeliyiz (!)" kavramı sokulmaya çalışılır.
Ne acıdır, ne üzücüdür, ne kadar yüz kızartıcıdır ki, milyonlarca Türk insanına bu süreci yaşatanlar şimdi ülkemizi yönetiyor.
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2006
TÜRK medyasının merkezi İstanbul’da olduğundan, başta Ankara olmak üzere öteki kentlerin sorunları gündeme çok fazla getirilmez. İstanbul’daki en ufak bir sorun ve olay haber olur, üzerinde yazılar yazılır da, başka kentlerde yaşananlar genelde ıskalanır. Gerçi bizim Ankara’da bazı gazetelerin Ankara ekleri vardır ama belli konuların üzerine onlar da -her nedense!- yeterince gidemez.
Ben Ankara’da yaşıyorum. Ankara’da Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan yanlış ve sakat işlerle birlikte inanılmaz savurganlığı, milyonlarca insanla birlikte her gün gözlerimle görüyorum.
Yollar, bulvarlar yapılıyor, bir süre sonra vazgeçilip yeniden yapılıyor. Eskisine harcanan paralar toprağa gömülüyor. Eskişehir yolu bunun somut örneği.
Bundan birkaç ay önce Atatürk Bulvarı’na ithal malı ağaçlar dikildi. Bunların yarısı tutmadı. Bu ağaçları kim aldı, kim getirdi, kim dikti? Hesabı soruldu mu? Hayır.
Dahası var. Büyükşehir Belediyesi iki ay sonra bunları söktü! Niçin?.. Çünkü şimdi bulvar kazılıyor.
Demek ki başkentin anayolunun kazılacağını iki ay öncesinden bilmiyorlardı.
Şu anda Ankara’nın Çankaya, Kavaklıdere, Gaziosmanpaşa, Çayyolu ve öteki semtleri tümüyle felç olmuş durumda.
Her yer kazılıyor. Kazılıyor, yapılıyor, yeniden kazılıyor.
Anacaddelerin çoğu trafiğe kapalı.
Kaldırımlar dökülüyor. Üzerinde katır yürütseniz düşer.
Trafikte tam bir kargaşa yaşanıyor, ne olacağını hiç kimse bilmiyor.
Yarın okullar açılacak. Yarın Ankara tümüyle tıkanacak.
***
Bizim gazetenin önünden geçen Cinnah Caddesi’ni kazıyorlar. İki ay önce burada yeni trafik düzenlemesi yaptılar. Bir sürü harcama yapıp yeni düzeni kurdular. Şimdi Cinnah ve çevre caddeler yeniden kazılmak üzere tümüyle kapatıldı. İki ay önce akılları acaba neredeydi?
Bu caddeyi süsleyen ve Ankara’yı taçlandıran 60 yıllık dev çınar ağaçları var.
İki gündür bu ağaçların her biri insan gövdesi kalınlığındaki dallarını kesiyorlar. Ayrıca ağaçların dibi de kazılıyor. O görkemli çınar ağaçlarının kesilmiş kökleri şimdi meydana çıktı, hem de iş makineleri marifetiyle!..
Uyarıyorum: Köklerini kestikleri bu ulu, anıt ağaçları büyük olasılıkla kurutacaklar.
Böyle plansız-programsız-sorumsuz belediyecilik olmaz.
Ankara haziran ayında boşalmış, insanların çoğu tatile gitmişti. Trafik rahattı. Bu çalışmaları o zaman değil, şimdi başlattılar. Başkenti kilitlediler. Yarın daha da beter olacak, okullar açılacak ve insanların anasından emdiği süt burnundan gelecek.
Bu çileyi Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, herkes çekiyor. Ama hiç kimse bu yapılanların, harcamaların, plansızlığın üzerine gitmiyor, gidemiyor.
Paralar uçuyor. Bu ihaleler ne zaman yapıldı, hangi koşullarda yapıldı, kimlere nasıl verildi, bilinmiyor. Bu yazboz oyununda bir tek hükümet yetkilisinin aklına Büyükşehir Belediyesi’nden hesap sormak gelmiyor... Çünkü belediye onlardan. Devlette olmayan paralar bir belediyenin eline teslim edilmiş, oraya buraya dağıtılıyor.
Belediyenin BOTAŞ başta olmak üzere çok sayıda kuruluşa yüzlerce trilyon, yüzlerce milyon dolar borcu var.
Bunlara bakan yok. Niçin?.. Çünkü belediye bunların oy toplama makinesi. Binlerce aileye siyaset propagandası olarak gıda paketleri, kömür gönderiliyor. Süreç şimdi ramazan ayında daha da hızlanacak.
***
Ankara’da bir de "metro masalı" var. Bir sürü yeri metro geçecek diye kazdılar. Her şey olduğu gibi duruyor. Metronun başlayacağı ve biteceği yok. Yıllardır kazıyorlar, sonuç sıfır.
Dünya şehirciliğinde kentlerin içindeki motorlu araç trafiği rahatlatılmaz. Tam tersine, çevre yollara ve metroya ağırlık verilir. Bizde ise tam tersi!
Ankara’da bu koşullar altında yaşamaktan utanıyorum. (Burada elektrik ve su kesintilerine hiç değinmiyorum!)
Belediyecilik, insanlara eziyet çektirme yeri midir?
Belediyecilik, milletin vergilerinden toplanan paraları böyle savurmak, plansız programsız, zamansız iş yaparak insanları çileden çıkarmak mıdır?
Milyonlarca insana "hizmet tacizi" yapmak mıdır?
Yazının Devamını Oku 16 Eylül 2006
KAMUOYUNA sürekli gaz veriliyor. Beyinler haber kanallarından yıkanmak isteniyor: "Türk ekonomisi büyüyor... Yine büyüdük... Bütçe fazla verdi..."
Bunlar masal. Bunlar hikáye. Ekonomi büyüyor, vatandaşın cebine giren bir kuruş yok. Büyüme kimlerin cebine iniyor, soran yok.
Bütçe fazla veriyor (!) ama hiç utanıp sıkılmadan kanser hastalarının sırtından bile "ilaç tasarrufu" yapılıyor.
Bugün gazetemizde Çiğdem Toker’in haberini dikkatle okuyunuz.
Devlet, yetim maaşlarını veremiyor.
Ayın başından beri yetim maaşları ödenmiyor. Sorumlusu kim?
Maliye mi, Hazine mi, Emekli Sandığı mı?
Bilinmiyor. Herkes topu birbirine atıyor.
İyi de, bu nasıl bir bütçe fazlası (!) oluyor?
Yatırımlar durmuş, müteahhitler para alamıyor, vatandaşa kamulaştırma bedeli bile ödenmiyor. Şimdi sıra gelmiş yetim maaşlarına.
Buna karşın ülkenin dört bir yanında her gün düzmece açılış törenleri yapılıyor. Aylar, hatta yıllar öncesinde hizmete giren okullar, hastaneler, köprüler, kavşaklar ve bu arada çeyiz mağazaları, kebapçı dükkánları, hükümet yetkilileri tarafından tek tek ve yeniden açılıyor.
***
Büyüme masalları... Bütçe fazlası... Ödenmeyen ya da ödenemeyen yetim maaşları...
Bir yanda beş kuruşa muhtaç bir devlet...
Ve öte yanda katrilyonları har vurup harman savuran, plansız programsız harcamalarla bizim vergilerimizden kesilen paraları eşe dosta, partili yandaşlara hortumlayan, büyük kentleri köstebek yuvasına döndürüp milyonlarca insana çile çektiren AKP’li belediyeler.
Hesap soran yok. Hükümet mi onlardan hesap soracak!
Yetim maaşları düne kadar ödenmemiş. Varsın ödenmesin, yetimler partili değil ki!
İŞLERİNE GELİNCE...
Bir hükümet düşünün ki, işine gelmiyorsa mahkeme kararlarını bile uygulamaz... Yargı kararlarını takmaz. Bürokrat ataması yapacaksa, ille de kendi yandaşını işbaşına getirir.
Kendisinden olmayan herkesi -doktorlar, mühendisler, öğretmenler dahil- kıyıma tabi tutup sürgüne gönderir.
Son olayları yine yüzümüz kızararak izliyoruz. Anımsayınız, Ordu’da üreticilerin fındık mitingi olmuş ve Emniyet Müdürü Rıdvan Güler’le bir Ordu AKP milletvekili arasında tartışma yaşanmıştı.
Güler’i önceki gün kararnameyle görevden aldılar. Hiç tutarlar mı!
Bilecik’in Söğüt İlçesi’nde Başbakan protesto edilmiş, kavga çıkmıştı. Bilecik Emniyet Müdürü Şuayip Doğanç’ı da dün görevden aldılar. Aceleye bakın.
Türkiye’nin belli yörelerinde kıyamet kopar. Polisler öldürülür, bombalar patlar, kapkaç, gasp, hırsızlık olayları birbirini kovalar, vatandaşı canından bezdirir.
Ama o illerdeki görevlilere dokunulmaz... Çünkü onlar AKP iktidarının hoşlandığı ve işbaşına getirdiği kişilerdir. Onların seçmece adamıdır.
İktidarın gösterdiği şu "duyarlılığa" bakın! Bir yerlerde kan gövdeyi götürsün, o illerin yöneticileri kendi güvenilir adamlarıysa, sorun yok!
Ama iktidarın hoşlanmadığı en ufak bir olay olursa ve o illerin yöneticileri kendilerinden değilse, vur abalıya!.. Onları yaşatma, yok et.
Ordu ve Bilecik emniyet müdürlerinin başına gelen şimdi budur. Bunların hesabı yargı önünde elbette sorulacaktır.
***
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli dün çok ağır bir konuşma yaptı. Başbakan’a hitaben, "Eğer Çankaya’ya çıkarsan seni Meclis kararıyla indirip Yüce Divan’a göndermek bizim milli görevimiz olacaktır" dedi.
Bu sözler aslında sadece MHP’yi değil, bütün siyasi partileri bağlayacak. CHP de aynı doğrultuda düşünüyor.
Anayasamız uyarınca Cumhurbaşkanı sadece vatana ihanetten yargılanabiliyor. Ancak geçmişte, cumhurbaşkanı olmadan önce yaptıklarıyla ilgili bir hüküm yok.
Hukukçular şimdi işin bu yönünü araştırıyor. İsmi geçmişte yolsuzluklara karışan, yargı kararlarını uygulamayıp suç işleyen, devletin ve milletin malının mülkünün eşe dosta, partili yandaşlara ve yabancılara peşkeş çekilmesine göz yuman bir şahıs, cumhurbaşkanı seçilirse, geçmişteki bu suçlarından yargılanır mı, yargılanmaz mı?
Bunları hep birlikte göreceğiz!
Türkiye’nin gündemi bu konular olacak.
Dosyalar tek tek ve yeniden açılacak.
Yazının Devamını Oku 15 Eylül 2006
SEVGİLİ okuyucularım, kutsal ramazan ayı geliyor. Din sömürüsü yine hortlayacak, birileri müminlerin sırtından hem büyük paralar kazanacak, hem de siyaset yatırımı yapacak. Bugün Sultanahmet Meydanı’na değineceğim. Burası dünyanın en önde gelen turistik yerlerinden biridir. Her gün binlerce turist tarafından ziyaret edilir. Dünyada örneğin on adet seçkin yer görmek isteseniz, biri mutlaka Sultanahmet Meydanı ve çevresi olacaktır.
Bir tarih hazinesi düşünün. Orada Ayasofya, Sultanahmet camileri, Topkapı Sarayı ve Müzesi, İbrahimpaşa Sarayı ve daha nice yapılar, anıtlar var. İstanbul’a gelen yerli veya yabancı her turistin saatlerce ziyaret ettiği, dolaştığı bir yer...
Ve siz bu dünya harikasının üzerine her yıl ramazan ayında yüzlerce gecekondu kuruyorsunuz.
İşte ramazan yaklaştı. O güzelim alana şimdi yine yüzlerce prefabrik yapı kurulacak. Bu barakalarda dönerciler, dondurmacılar, kokoreççiler, çaycılar, simitçiler, kebapçılar satış yapacak.
Bütün barakalara posterler, afişler, tabelalar asılacak.
Meydanın yemyeşil parkları ve çiçek bahçeleri, kalabalığın ayakları altında bir kez daha yok olacak.
Meydanı önce iş makineleri, marangozlar, duvarcılar, yüzlerce inşaat işçisi, yapım ekipleri dolduracak.
İnşaat malzemeleri kamyonlarla getirilecek ve barakalar kurulacak.
Ramazan bitecek, bu kez devreye yıkım ekipleri girecek ve ardından barakalar yeniden yıkılacak. Bu inşaat alanının temizlenip eski durumuna döndürülmesi en az bir ayı bulacak.
Parklar yeniden yapılacak, yüz milyarlarca lira para harcanacak.
Dünyada bizden başka bir ülke yoktur ki, elindeki bir tarih hazinesini böyle hoyratça, saygısızca kullansın.
Sultanahmet Meydanı bir panayır yeri midir?
Geçenlerde TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy bu uygulamaya karşı çıktı. "Yapmayın etmeyin, bu hazineyi böyle kullanıp mahvetmeyin" diye Turizm Bakanı Atilla Koç’a mektup yazdı ama dinleyen kim!
(Bakan Bey mektubu aldığında belki uyuyordu, ya da yarı uykuda okumuş olabilir. Her fırsatta yan gelip yatıyor. "Askerlik" gibi, Turizm Bakanlığı yan gelip uyuma yeri değildir!!!)
Sultanahmet Meydanı, İstanbul’un dünya mirası listesinde yer almasını sağlayan tek mekan...
Ve burası şimdi tam 11. kez panayır yeri olarak ramazan boyunca hizmetinizde! İnşaatlar başladı, tarih hazinesinin, dünya mirasının üzerine barakalar, prafabrik yapılar kuruluyor.
Bunun adı "Ramazan şenliği" oluyor.
Demek ki koskoca İstanbul’da ramazan şenliği yapacak başka bir yer kalmamış!
ALKOLSÜZ SERİNLETİCİ
THY kimlerin elinde? Uçaklarda verilen pet suyun üzerinde Osmanlı arması. Dağıtılan serinletici mendilin markası "Stambul."
İstanbul sözcüğünün değiştirilmiş, Arapçaya uydurulmuş biçimi. Arapların çoğu İstanbul’a Stambul der.
Serinletici mendilin üzerinde aynen şöyle yazıyor:
"Alkolsüz serinletici mendil."
Belli ki yönetim tarafından böyle yazılması istenmiş. Sonra İngilizcesi yazılı:
"Refreshing towel."
Dikkat ediniz, İngilizcesinde alkolsüz olduğu yazmıyor!
Bilindiği gibi serinletici mendiller yenilip içilmiyor! Onunla elinizi, yüzünüzü siliyorsunuz.
Peki o zaman bunların alkolsüz olduğunu özellikle vurgulamak niye? Yoksa alkollü mendille elini yüzünü silmek THY tarafından günah olarak mı algılanmaya başlandı? Eğer günahsa, bunu lütfen topluma açıklasınlar.
Bu mendilleri kullanacak olanlardan bazıları içki içmiyor olabilir. Saygı duyarım. Acaba onlar limon kolonyası da kullanmıyor mu?
Bu THY işgüzarlığı nedendir?
Uluslararası bir şirket olan THY, her yönüyle dökülüyor. Ülkemizin bu kafaların yönetiminde nerelere sürüklendiğinin havadaki göstergesi!
Yazının Devamını Oku 14 Eylül 2006
ÖNCEKİ gece Diyarbakır’da korkunç bir terör olayı daha yaşandı. Bombalı saldırıda tam 10 insanımız paramparça olup can verdi, niceleri yaralandı. Tamamı sivil. İçlerinde bebekler bile var. Bu kaçıncı PKK eylemi? Dünyanın hangi ülkesinde olursanız olun, 10 kişinin öldüğü olay çok önemlidir. Bu gibi cenaze törenlerine ülkeyi yönetenler mutlaka katılır.
Kesinlikle inanıyorum, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere pek çok bakan, bu masum kurbanların Diyarbakır’da yapılacak cenaze törenine katılacaktır. Katılmakla yükümlüdürler.
Eğer katılmazlarsa, bilin ki korkudan katılmıyorlar.
Bunları niçin yazıyorum?.. Çünkü Başbakan her gittiği yerde tepki görüyor, protesto ediliyor. Hele büyük kitlelerin toplandığı yerlerde mutlaka tepkiler yoğunlaşıyor. Örneğin o yüzden, şehit cenazelerine katılmaları mümkün olmuyor.
Diyarbakır’da 10 tabut var. Başbakan sanırım bu korkuyu üzerinden atacak ve ne pahasına olursa olsun cenaze törenine katılacak, yaralıları hastanede ziyaret edip geçmiş olsun dileklerini iletecektir.
Şimdi milletin önüne "Sayın Başbakanımızın başka programı var, o yüzden Diyarbakır’a gelemeyecek" gibi bahaneler konulursa, inanın hem çok ayıp, hem de yakışıksız olur.
Şehit cenazelerine katılamayanlar, kesinlikle inanıyorum ki Diyarbakır’a aslanlar gibi gidecektir! Göreceğiz.
***
Dünkü Vatan gazetesinin manşetini Cahit Yüce ve Bülent Ergün’ün haberi süslüyordu:
"Bindirilmiş kıta isyanı. Başbakan’ın (Belediye Başkanı iken) kurucusu olduğu Sıcak Yuva Vakfı, küçücük çocukları Erdoğan’ın peşinden şehir şehir dolaştırıyor. Ana babalar öfkeli."
Otobüsler dolusu çocuk tarihi yerlere gezi bahanesiyle otobüslere dolduruluyor ve sonra Erdoğan’ın mitinglerine götürülüp kalabalık yaratmaları, Başbakan’ı alkışlamaları isteniyor.
Son iki olayda küçük çocukları "Bursa gezisi" diye otobüslere bindirip Erdoğan’ın Kütahya konuşmasına, birkaç gün önce ise olaylı Söğüt gezisine götürmüşler. Çocukların çoğu hastalanmış.
Veliler isyan edince "Çocukları Başbakan’a jest olsun diye getiriyoruz" demişler!
Söyleyecek hiçbir şey yok.
İYİ UYKULAR, TATLI RÜYALAR
SEVGİLİ okuyucularım, aşağıda anlatacağım görüntüleri ekranlarda mutlaka sizler de izlediniz. Bundan birkaç gün önce Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de İslam Konferansı Örgütü Turizm Bakanları toplantısı yapıldı.
Toplantıyı Azerbaycan devlet başkanı İlham Aliyev yönetti. Bütün İslam ülkelerinin turizm bakanları oradaydı.
Bizimki dahil! (Onun adı Atilla Koç.)
Toplantının açılışı Kuran okunarak yapılıyor. Kürsüde Kuran okunuyor. Salondaki yüzlerce kişi huşu içinde dinliyor.
Bir kişi hariç.
Bizimki!
Peki o ne yapıyor?
Kafası önüne düşmüş, uyuyor.
Sonra bir ara uyanıyor. Ortalığı şöyle bir kolaçan ediyor ve bu kez kolunu masaya, kafasını eline dayayıp yine uyumaya başlıyor.
Horrrr!..
Kendinden geçmiş, büyük olasılıkla rüyalar görüyor.
Sonra bir süre uyanıyor. Bu kez gerinmeye başlıyor.
Konuşmalar başlıyor, kendini tutamayıp yine uykuya dalıyor.
Kürsüde Aliyev bu görüntüyü herhalde hayretle ve ibretle izliyor.
Konferansın ev sahibi olmasa belki oturduğu yerden seslenecek...
"Heyy muhterem vezir, bir zahmet uyan da kendine gel!"
Ya da görevlilere emir verecek...
"Uyandırın şunu!"
Atilla Koç isimli bu bakan hasta mıdır, sağlığı normal midir? Bilemiyorum. Eğer bir rahatsızlığı varsa ya bakanlık koltuğunda oturmasın, ya da bir doktora görünüp tedavi olsun. Sağlamsa, katıldığı her toplantıda uyuyup bu durumlara düşmesin.
Türkiye’deki toplantılarda horul horul uyumasını sineye çekiyoruz. Gülmekle yetiniyoruz.
Ama yurtdışında, hele Kuran okunurken bile mışıl mışıl uykuya dalması!.. Türkiye’yi böyle temsil ediyor, bu kez İslam dünyasını güldürüyor.
Ayıptır yahu. Keh keh keh!..
Yazının Devamını Oku 13 Eylül 2006
SEVGİLİ okuyucularım, Türkiye Cumhuriyeti PKK terörü konusunda pes mi etti? AKP hükümeti "Biz devlet olarak bu işin üstesinden gelemiyoruz, ABD bize yardım etsin, el versin" mi dedi? Gelişmeler ne yazık ki onu gösteriyor. ABD ile yapılan görüşmeler sonrasında bir uzlaşmaya varıldı. ABD ile Türkiye’nin, PKK terörü konusunda işbirliği amacıyla iki emekli orgenerali "koordinatör" olarak atamasına karar verildi.
ABD kendi orgeneralini seçti. Biz de emekli orgeneral Edip Başer’i seçtik. Bizimki henüz resmiyet kazanmadı. Cumhurbaşkanı bu uygulamaya karşı. Atama kararnamesi önüne gelirse imzalamayacak. Dolayısıyla hükümet şimdi bu atamayı bir genelge ile yapmaya niyetleniyor.
Bu ikili bundan sonra bir araya gelecek ve PKK terörünü çözmeye, soruna çözüm (!) bulmaya çalışacak.
İşin bir de Irak boyutu var. Irak’tan da bir koordinatör atanacak. O şahıs kim olacak? Ya PKK yandaşı bir Kürt gelirse? Öyle ya, atamayı Barzani yapacak!
***
Kuzey Irak’ta Kürt devleti ABD’nin kanatları altında kuruldu. PKK’nın ana üssü nerede? Kuzey Irak’ta ve ABD koruması altında.
Bizim "yan gelip yatmayı" beceremeyen, şehit düşen, sakat kalan her askerimizin ardında bu ABD koruması var. ABD tavşana kaç, kazıya tut diyor ve ikili oynuyor.
Biz şimdi koordinatör moordinatör diyerek kuzuyu kurda emanet etmeye kalkışıyoruz.
Fakat korkarım ki, bu işin sonrası çok daha vahim, çok daha acı, onur kırıcı sonuçlar getirecek. Nedir onlar?
1- Türk devleti, bir terör örgütünü dolaylı yollardan bile olsa muhatap kabul etmiş olacak.
2- Günün birinde belki de ABD’nin zorlamasıyla, bizi PKK ile görüşme-pazarlık masasına oturtacaklar. Nitekim PKK, ABD’nin bu koordinatör girişimini çok olumlu karşıladığını ve kendilerinin tanınması anlamına geldiğini açıkladı.
3- Terör mücadelesini kendi başımıza yapamadığımızı, yanımıza bir destekçi aldığımızı dünya önünde kabul etmiş olacağız.
4- Terörle mücadeleyi bir yabancı ülkeye ihale etmiş duruma düşeceğiz.
Bunları Irak, Afganistan yapabilir. Yapıyorlar da.
Türk devletine yakışır mı?
Ben size olacakları şimdiden söylüyorum. Eğer hükümet bu yazdıklarım için "Yanılıyorsun arkadaş, böyle bir şey olmaz" diyorsa, buyursun bunu Türk milletinin önünde söylesin...
Ve o zaman, bu "koordinatör" işinin niçin kabul edildiğini, bu konuda bize hangi ülke veya ülkelerin baskı yaptığını da açıklamayı unutmasın.
BÜYÜYORUZ!
Bütün rakamlar devletin elinde. "Enflasyon düşüyor" denildi mi, bilin ki düşmektedir! "Enflasyon bu ay çok hafif bir yükseliş gösterdi" derlerse bilin ki öyledir!
Aksini kanıtlama olanağımız yok.
Aynı durum büyüme rakamları için geçerli. Son olarak bütün yayın organlarına haber geçildi:
"Türkiye’nin büyümesi sürüyor. Büyüme rekorları kırıyoruz. 2006 yılının ikinci çeyreğinde yine yüzde 8.5 büyüdük!"
Helal olsun da, ekonominin büyümesi nedir?
Vatandaşın cebine bir şeyler girer. İşsizlik azalır, kitlelerin refah düzeyi artar.
Peki bizdeki durum nedir?
Ekonomi maşallah acayip büyüyor da, büyüme vatandaşa yansımıyor.
O halde böylesine muhteşem (!) bir büyüme kime yarıyor?
Bilinmiyor!
Bütün kesimler inim inim inliyor. Herkes borçla, kredi kartlarıyla ayın sonunu getirmeye çalışıyor. Türkiye ekonomisi de borçla dönüyor.
Son bir yılın cari açığı 29.7 milyar dolara yükseldi. Açık temmuz ayında 2.l milyar dolar, ilk yedi ayda 20.7 milyar dolara ulaştı.
Kaderimiz tümüyle yabancıların elinde. Ülkeye getirdikleri borsa paralarını bir çekseler, hep birlikte göçeceğiz. Ekonomi bıçak sırtında.
Dayanmışız ithalata. En küçük bir mal bile ithal malı. İthalatla büyüdüğümüzü zannediyoruz. Daha doğrusu bize böyle yutturmaya kalkışıyorlar.
Ne sihirdir ne keramet, el çabukluğu marifet!
Yani bizdeki büyüme bir acayip oluyor. Ekonomi büyüyor, vatandaş küçülüyor. Aranızda bu "büyümeyi" hisseden, bundan pay aldığını gören kaç kişi var?
Keşke ekonomi küçülse, biraz da vatandaş büyüse!
Yazının Devamını Oku 12 Eylül 2006
ONLAR askere giderken yan gelip yatmak istiyordu! Vatan görevini deniz kıyısında motelde yapacaklar, yiyip içecekler, gece eğlenip sonraki günlerde aynı hayatı yaşayacaklardı! Fakat olmadı. Bazılarının ataması Güneydoğu’daki birliklere çıktı. Bazıları pusuya düşürüldü, mayına bastı, vuruldu, şehit düştü.
Askerliğin yan gelip yatma yeri olduğunu zannedenler fena halde yanılmıştı! Zaten onlar hep yanıldı!
Yanılmasalardı, PKK terörünün başladığı 1984 yılından beri yan gelip yatanlardan 6 bin’den fazlası şehit olmaz, binlercesi vurulmaz, sakat kalmazdı.
Askere giden ana baba kuzuları, onları uğurlayan ana babalar, kardeşler, nişanlılar, eşler ve birlik komutanları da bu gerçeğin farkında değildi.
Onlara sorulduğunda hep aynı şey söylenirdi:
"Rahat olun, askerlik yan gelip yatma yeridir!"
***
Neyse ki başımızda adı Recep Tayyip Erdoğan olan büyük bir devlet ve hükümet adamı vardı. Analar öylesini de doğurmuştu!
Erdoğan, şehit sayısının giderek artması ve Türkiye’de neredeyse her gün şehit cenazesi kaldırılmaya başlanması ve halkın tepkisi karşısında o muhteşem, veciz sözleri söyleyip hepimizi uyandırmayı başardı!
"Askerlik yan gelip yatma yeri değildir."
Ne demek istiyordu? Şunu söylemeye çalışıyordu:
"Elbette ölecekler."
Ölenler ölüyordu ama kendisini ve takım arkadaşlarını bir tek şehit cenazesinde göremiyorduk. Gidemiyorlardı... Çünkü protestolar başlamıştı.
Şehit analarından, şehit ailelerinden yayılan protestolar, toplumun bütün katmanlarına yayıldı.
Artık her toplulukta insanlar hükümete lanet yağdırıyor. Pankartlar açılıyor, AKP iktidarını protesto eden sloganlar atılıyor.
Bir toplum bu havaya girince, onu durdurmak mümkün olmaz. Şimdi bu tabloyu her yerde görüyoruz. Törenlerde, açılışlarda ve öteki yerlerde başbakan ve takımı nerede ise kitleler artık tepkilerini sesli ve görüntülü olarak dile getiriyor.
Son örneği pazar günü Söğüt İlçesi’nde yaşadık. Açılan pankartlar ilginçti. Biri, memleketin eşe dosta ve yabancılara satılmasını dile getiriyordu:
"Başbakanlık yan gelip satma yeri değildir."
***
Fakat dikkat ediniz, Söğüt’te olaylar olur ve sloganlar atılırken Erdoğan o sinirli, hoyrat, azarlayıcı tavrından uzaktı. Kendisine "Anamız ağladı" diyen çiftçiye "Al ananı da git buradan" diye bağıran, yanıbaşındaki koruma gücüne sığınıp herkesi her yerde azarlayan Başbakan gitmiş, yerine adeta bir başkası, sanki bir melek (!) gelmişti. Olaylar sonrasında kürsüde nutuk atıyordu:
"Bana burada hakaret edenlere hakkımı helal ediyorum. Biz gerilim istemiyoruz."
Aaaa, niçin böyle değişip yumuşamıştı?..
Çünkü kendisini Cumhurbaşkanı seçtirecek. Oraya çıkış sürecinde kavgacı, azarlayıcı görüntüsünü değiştirmek istiyor. (Geç kaldı.)
Cumhurbaşkanlığı seçimine şunun şurasında sekiz ay var. Sekiz ay dişini sıkar, yumuşak görüntü sergiler. Çankaya kapısından içeriye adımını attığından itibaren yine bildiğini okur.
Türkiye’de iktidar olduğundan bu yana her türlü kavga ve gerilimi yaratan, insanları ayıran, sadece kendi yandaşlarını kollayan biri, ufukta Çankaya olunca taktik değiştirdi.
Ancaaaak, bunları yutan belli bir azınlık belki olur da, Türk milletinin çoğu yutmaz.
***
Yorgun ve gergin Başbakan, geçen hafta Muğla’nın Milas İlçesi’ndeydi. Tülay Güldamla isimli bir yurttaş, kendisinin "Askerlik yan gelip yatma yeri değildir" sözüne tepki için Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale’de savaşmış askerlerin fotoğrafıyla onun karşısına çıktı ve sordu:
"Bu resimlere iyi bakın, bunlar yan gelip yatan askerler miydi?"
Polis bu masum hareket sonrasında Güldamla’yı gözaltına aldı ve dört saat karakolda tuttu. Bırakın tepki göstermeyi, bu masum davranışlara bile bu yöntemlerle gözdağı verilmek, insanlar korkutulmak isteniyor.
Biz Türkiye’de bunları çoook gördük, çoook yaşadık.
Bu tepkiler durmaz. Şehit ailelerinden fındık üreticilerine, öğrencilerden esnafa, memur ve işçilere kadar bütün kesimler kan ağlıyor.
Hükümetin elinde sadece iki koz kaldı:
Din ticareti ve din sömürüsünden yararlanmak.
Şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bu ikisine sığınacaklar. Toplum ayakta. Yapacakları başka hiçbir şey kalmadığını bizden daha iyi biliyorlar.
Yazının Devamını Oku