Paylaş
Zeytinyağımızdan vazgeçmeyiz ama tereyağını da öyle kolayca harcamayalım.
İyi yapıldığında, doğru ve kararında kullanıldığında başımızın tacı.
Bugün üretimde de tüketimde de tereyağı bayrağını Fransa taşıyor.
Kaliteli zeytinyağı konusunda dünya lideri İtalya’nın mutfak geleneğinde yoğun olarak kullanılsa da kaliteli seri üretim konusunda Fransızların gerisinde İtalyanlar.
Normalde kendi ürünlerinden şaşmayan İtalyan şefler, özellikle de pasta şefleri Fransızlara teslimler.
Fransa’nın dört farklı coğrafi işareti, bu bölgelerde tereyağının değişmeden, kalitede ve üretimde devamlılık korunarak üretilmesini sağlıyor.
İtalya’da coğrafi işaretli tereyağı yok.
Çok iyi üreticiler olsa da yoğun ihtiyaç duyan şeflere devamlılığı garanti edemeyecek ölçekteler.
Türkiye’de de ürün devamlılığı ve yüksek kalite zorlanılan alanlardan.
Neyse ki tereyağı konusunda İtalya’dan şanslıyız, en azından bir tane coğrafi işaretli ürünümüz var: Trabzon Tonya tereyağı.
İtalya’da da, Türkiye’de de sütten öncelikle peynir, yoğurt yapılıyor.
Tereyağı, peynir altı ürünün değerlendirilme şekli olarak görülüyor.
Tereyağının doğrudan sütten, kaymağın yüzeye çıkmasını bekleyerek değil, çalkalayarak elde edileni makbul.
Sütün kalitesi, hayvanların nasıl yaşadığı, nasıl beslendiği de çok önemli.
Hemen her yerde zeytinyağını tereyağına tercih etsem de, mis gibi süt kokan, damağı ipek gibi okşayan, dile değer değmez sütün tatlılığı beyne huzur sinyalleri gönderen tereyağı yabana atılamayacak geleneksel bir ürün.
Birkaç sene önce Karadeniz’e gittiğimde her yerde harika tereyağları yiyeceğimi düşünmüştüm.
Özellikle lokantalarda tüketilen tereyağları, istisnalar dışında su oranı yüksek, dokusu sorunlu, istem dışı fermantasyon nedeniyle arkadan gelen acılıklarıyla büyük hayal kırıklığı olmuştu.
Son Türkiye seyahatimde, memlekette yediğim en iyi tereyağlarından biri, hiç beklemediğim bir yerde ve anda karşıma çıktı. Burdur’da!
Diageo’nun Yeni Yolculuk Projesi için Antalya’dan yola çıktık.
Burdur’a gidip anason tarlalarıyla tanıştık.
Salda Gölü’nde bir gece mola verip, Alaşehir’e Yenilikhane’lerini ziyaret ettik.
Antalya-Burdur arasındaki yolu daha önce hiç yapmamıştım. Hayran kaldım.
İnanılmaz bir peyzaj, köyler olduğu gibi kalmış, tarlalar, çamlar, aralarında uçsuz bucaksız pembe renkleriyle manzaraya neşe katan pürenlerle görsel şölen Burdur yolu.
Püreni bol toprakların balını çok merak etsem de peşine düşecek vakit olmadı. Başka zamana...
Magnezyum içeriği nedeniyle bembeyaz bir kumsala sahip Salda gölünü gördüğümde başka bir gezegende hissettim kendimi.
Bu güzel gölün kıyısında Lago di Salda otelde, Muhtarın Yeri Et Lokantası’nın sahibi Özçelik ailesinin hazırladığı bölgesel lezzetleri tatma şansımız oldu. Özçelik ailesi harika bir erişteyle başladı menüye.
El yapımı eriştenin peyniri, cevizi, hamurun kıvamı inanılmazdı.
Eriştede başrol ise masaya da bir parça gelen tereyağıydı.
Yeşilova’da bir çiftçiden alıyorlarmış.
Doğrudan sütten, sütün kaymağından yapıldığını söylediler. Kendileri üretmedikleri için teknik konularda fazla detay alamadım.
Ailesi oralı olan arkadaşım Ezgi Bağlan, Yeşilova’nın perşembe günü kurulan pazarının çok iyi olduğunu söyledi.
Perşembeye denk getirip Salda’ya gitmek şart oldu.
Jeoloji meraklısı oğlum Lorenzo Deniz’in de Salda’da çok mutlu olacağını düşünüyorum.
Bilindik tatil rotalarından çıkmak isteyenler için güzel bir tecrübe olabilir bu yol.
Paylaş