Facebook, Twitter, Youtube, Instagram gibi sosyal medya platformları görüntü, ses kaydı, video kaydı, kısa film gibi medyatik araçlarla insanların dünyayı değiştirmesine ve kendilerini daha iyi bir şekilde ifade etmelerine olanak sağlamaktadır. Her ne kadar amaç faydacılığa yönelik olsa da birtakım insanlar tarafından bu olanaklar kötü bir şekilde kullanılabilmekte ve istenmeyen sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bunlardan birisi de sosyal medyada şiddet içerikli görüntülerin mevcut olmasıdır.
Bireyler, kendilerine olanak sağlandığında güzellikleri ortaya çıkarmak yerine içinde bulundukları koşullara bağlı olarak şiddete meyilli olmaları sonucunda şiddet içerikli, uygunsuz bir konu işlenmiş medyatik üretimler yapmaktadır. Cinsel taciz, çocuk pornografisi, hayvana şiddet, insana kasten saldırmak, nefret söylemleri, tehdit gibi fiilleri içeren içerikler sosyal medyada çok rahat bir şekilde paylaşılmaktadır. Genelde uygunsuz içerik üreticilerinin amaçları belli bir kitlenin hedefini çekmektedir. Ancak uygunsuz içeriğin sosyal medyada bulunmasını istemeyen sosyal medya kullanıcıları, platformların oluşturdukları şikâyet yollarını kullanabilirler ve hukuki mercilere başvurabilmektedir.
Sosyal medyada şiddet içerikli uygunsuz bir paylaşım görüldüğünde yapılacak olan hukuki işlem ve yaptırımlar 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir. Hangi sosyal medya platformu olursa olsun internet ortamında yapılan ve içeriği aşağıdaki suçları oluşturduğu hususunda yeterli şüphe sebebi bulunan yayınlarla ilgili olarak içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine karar verilir. Bu suçlar 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenmiş olup bu suçlara yakın herhangi bir fiilin uygunsuz içerik oluşturularak işlenmesi durumunda da yaptırım uygulanmaktadır. Bu suçlar:
Yine aynı Kanunda 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanunda yer alan suçlar ve 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanunda belirtilen suçların da içerikte yer alması halinde yaptırım uygulanacağı belirtilmiştir.
Öncelikle birey, sosyal medyada böyle bir içerikle karşılaşması durumunda paylaşılan içeriğin hangi sosyal medya platformunda paylaşıldığına bakarak yol izlemelidir. Platformlar öncelikle birinci aşamada “şikâyet et” butonu oluşturarak bireylerin şahsi olarak içeriği şikâyet etmelerine olanak sağlamışlardır. Eğer bir çocuğun taciz edilmesi, bir hayvanın/ insanın işkence görmesi veya nefret söylemi gibi bir konu işleyen içerik varsa kişi hemen o içeriği platforma şikâyet edebilir. Bu şikâyet hem mail yoluyla hem de “şikâyet et” butonu ile yapılabilmektedir. Platformlara yapılacak olan şikâyet prosedürü mevzuatlarda düzenlenmemiş olup genelde platformların kendi sitelerinde mevcut bulunan koruma politikalarında düzenlenmiştir.
Şikâyet etmek isteyen kişi platforma bildiri yaptığında en yakın kolluk merkezine giderek şikâyeti hukuk mercilerine de yöneltebilir. Kolluk merkezine şikâyetin yapılması ve şikâyet dosyasının savcılığa aktarılması akabinde adli süreç başlamaktadır. İçeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı, soruşturma evresinde hâkim, kovuşturma evresinde ise mahkeme tarafından verilmektedir. Soruşturma evresinde, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı tarafından da içeriğin çıkarılmasına ve/veya erişimin engellenmesine karar verilebilir. Bu durumda Cumhuriyet savcısı kararını 24 saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç 24 saat içinde verir. Bu süre içinde kararın onaylanmaması halinde tedbir, Cumhuriyet savcısı tarafından derhal kaldırılmaktadır. Erişimin engellenmesi kararı, amacı gerçekleştirecek nitelikte görülürse belirli bir süreyle sınırlı olarak da verilebilir.
Hâkim, mahkeme veya Cumhuriyet savcısı tarafından verilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının birer örneği, gereği yapılmak üzere ilgili Kuruma gönderilir. İçeriği kanunda belirtilen suçları oluşturan yayınların içerik veya yer sağlayıcısının yurt dışında bulunması halinde veya içerik veya yer sağlayıcısı yurt içinde bulunsa bile, içeriği kanunda belirtilen suçları oluşturan yayınlara ilişkin olarak içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararı re’sen Telekomünikasyon İletişim Başkanı tarafından verilir. Bu karar ilgili içerik ve yer sağlayıcılar ile erişim sağlayıcısına bildirilerek gereğinin yerine getirilmesi istenir.
Platformlar kendilerine yazı ile bildirilen kararları yerine getirmediğinde birtakım yaptırımlar uygulanmaktadır. Koruma tedbiri olarak verilen içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi kararının gereğini yerine getirmeyen içerik, yer veya erişim sağlayıcılarının sorumluları, fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, beş yüz günden üç bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. İdari tedbir olarak verilen bir karar varsa ilgili içerik, yer ve erişim sağlayıcısına, on bin Yeni Türk Lirasından yüzbin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. İdarî para cezasının verildiği andan itibaren 24 saat içinde erişim sağlayıcı tarafından kararın yerine getirilmemesi halinde Kurum tarafından yetkilendirmenin iptaline karar verilebilir.
Birçok ülkede, kendi ülkemiz de dâhil olmak üzere; siyasi, etik, hukuki birçok tartışmaya neden olan taşıyıcı annelik hususu, tekniği itibariyle, yapay dölleme ile yakından alakalıdır. Çünkü yapay dölleme yöntemiyle elde edilen embriyo, normalde anne rahmine aktarılırken, burada üçüncü bir kişiye aktarılmaktadır. Taşıyıcı annelikte, bilinen yöntem, üreme yeteneğine sahip anne-babanın hücrelerinin, başka bir kadının rahmine yerleştirilmesidir. Bu kadın yabancı bir kadın olabileceği gibi anne ve babanın yakından tanıdığı bir kişi de olabilir. Ülkemizde hâlihazırda yapay döllenme konusunda karşımıza çıkan özel bir mevzuat bulunmaktadır. Bu mevzuat ise Sağlık Bakanlığı’nca hazırlanan Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği’dir. Yönetmeliğin 08.07.2005 tarihinde yapılan değişikle 17. maddesinde, eşlerden alınan yumurta ve spermler ile bundan elde edilen embriyoların başka adaylarda, aday olmayanlardan alınanların da eşlerde kullanılmasının yasak olduğu belirtilmiştir.
Taşıyıcı annelik hususunda birçok tartışma bulunmaktadır. Birçok hukukçu taşıyıcı annelik belli başlı bazı hassas durumlar için uygulanması gerektiğini çünkü taşıyıcı anneliğin belirli aile değerlerine zarar vereceği görüşündedir. Özellikle taşıyıcı annenin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik durumu nedeniyle kullanılması olasılığına karşı, annenin ve bebeğin korunmasına özel ilgi gösterilmesi; bu annelerin kişilik haklarına saygı gösterilmesi ve işin bu işi yapan firmalar tarafından ticarete dökülmesine izin verilmemesi gerektiği görüşü mevcuttur. Aynı şekilde hekim gözetiminde yapılan uygulamanın, etik kurul onayına dayanması ve tıbbi takibin eksik bırakılmaması; uygulamaya izin verecek ülkelerin yasal dayanağını oluşturmaları yanı sıra tıp hukukunda büyük bir gereklilik olan bilgilendirilme ve aydınlatılma, rıza, onam gibi hususların da bu yöntemde ön planda olması gerekmektedir.
Türk Medeni Kanununda soy bağına ilişkin yasal düzenlemelerde yapay döllenme ve embriyo transferinden doğabilecek sonuçlar düzenlenmemekle birlikte Sağlık Bakanlığı’nca hazırlanan Üremeye Yardımcı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği’nce taşıyıcı annelik hususunun ülkemizde yasak olduğunu da açık bir şekilde yorumlamak gerekmektedir. Medeni Kanunumuz, çocukların soybağı açısından Roma Hukuku’ndan gelen “doğuran annedir” prensibini kabul etmiştir. Bu prensip TMK 282. maddesinin birinci fıkrasında “çocuk ile ana arasında soybağı doğumla kurulur’’ şeklinde düzenlenerek pekiştirilmiştir. Söz konusu düzenlemeden çıkan sonuca göre hukuki anne, doğuran kadındır. Annelik sıfatı doğumla kazanılır. Bu hükmün konulmasının altında yatan temel düşünce, çocuğu karnında taşıyan ve doğuran kadının çocuk ile arasında biyolojik kan bağı bulunduğu ve göbek bağı vasıtası ile kendisini taşıyan anne ile bütünleştiği, nihayet doğum olgusunun annelik için objektif olarak belirlenebilir olmasıdır. Böylece doğuran kadının analık sıfatı, Türk Medeni Kanunu’na göre tersi kanıtlanamaz kesin bir karinedir.
Yani buradan taşıyıcı annenin, çocuğu dünyaya getirerek annelik sıfatını kazandığı anlaşılmakta ve velayet hakkının da taşıyıcı annede olduğunu belirtmektedir. Annelik sıfatının doğumla kazanıldığı ilkesini benimseyen bir yargı makamı olan Yargıtay da, anneliğin doğumla kazanıldığını, hamileliğe sebep olan embriyonun ve genetik malzemenin başka bir kişiden olup olmamasının önemsiz olduğu görüşündedir. Bu sebeple, taşıyıcı annenin genetik yani biyolojik annesi olmadığı ancak doğurduğu çocuğun velayetine sahip olduğu kesindir. Bu anlamda genetik anneye, taşıyıcı annelik konusunda herhangi bir ayrıcalık tanınmamaktadır.
Taşıyıcı annenin taşıdığı ve dünyaya getirdiği çocuk ile genetik annesi arasında, bir soybağı veya altsoy-üstsoy hısımlık ilişkisi bulunmadığından genetik yani biyolojik annenin, çocuk üzerinde herhangi bir velayet hakkı yoktur. Çocuk genetik annenin yasal mirasçısı ya da genetik anne çocuğun yasal mirasçısı olamamaktadır. Yine, genetik annenin, ‘çocuğun annesi benim’ diyerek analık davası açma hakkı da söz konusu değildir. Bu iddiaya dayanılarak açılan davanın hukuki bir yarar olmayacağı ve kanunen taşıyıcı annenin velayete sahip olacağı karinesiyle dava mahkeme tarafından reddedilecektir.
Ülkemiz mevzuatının yanı sıra uluslararası düzenlemelere baktığımız zaman, İngiltere, Avustralya ve ABD’de bazı eyaletlerde, taşıyıcı annelik sözleşmelerinin mevcut olduğu ve hukuksal olarak geçerli olduğu görülmektedir. Taraflar arasında hazırlanan bu sözleşmelere göre, genetik anne-baba, taşıyıcı anneden taşıdığı çocuğu evlat edinmeye gerek kalmadan isteyebilirler. Söz konusu sözleşme bir bedel içermemekle birlikte taşıyıcı annenin doğum masrafları ile hamilelik dönemindeki her türlü giderlerini karşılayacak bir ücret konusunda anlaşma hükmü olmalıdır. Çünkü taraflar karşılıklı bir yükümlülük içerisindedir. Taşıyıcı anne karnında taşıdığı çocuğu sözleşmede belirtilen hususlarca genetik anne ve babaya verecek bunun karşılığında genetik anne ve baba taşıyıcı annenin sağlığı riske gireceğinden onun bütün sağlık harcamalarını karşılayacaktır. Yani belirtilen bazı ülkelerde taşıyıcı annelik hususunu düzenleyen sözleşmeler bulunmakta ve uygulanmaktadır.
Ancak Türk Hukuk mevzuatında taşıyıcı anneliğe ilişkin düzenlenen sözleşmelerin Borçlar Kanunu’nun 27. Maddesinde düzenlenen, ‘ahlaka aykırı sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür’ hükmü nedeniyle geçerli kabul edilmeyeceğini belirtmek gerekir. Keza, kişilik haklarına ve adaba aykırılık da taşıyıcı annelik sözleşmesinin hukuken geçersiz sayılması için diğer sebeplerdir. Öğretide, rıza ile olsa dahi, eşlere ait embriyonların, başka birine transfer edilmesi durumunda, taşıyıcı annenin doğurduğu çocuk üzerinde genetik annenin, analık hakkı bulunmadığına dikkat çekilmekte, bunun için Türk Medeni Kanunu’nun ‘Çocuğu doğuran kadın, onun anasıdır’ diyen 282/1. Maddesine referans yapmaktadırlar. Burada, ebeveynin çocuk sahibi olmaları değil, çocuğu doğuran kadının, çocuk üzerindeki haklarından vazgeçmesini gerektiren bir sözleşmenin düzenlenmesinin, ahlaka ve hukuka aykırı olduğundan bahsedilmektedir. Türk Hukuk sisteminde konu yasal dayanaktan yoksundur. Bu konuda bir dayanak yoksa taşıyıcı annelik sözleşmesi ve uygulaması, tarafların rızası ile bile hukuka uygun hale gelmeyecektir. Bu nedenle taşıyıcı annelik sözleşmeleri, mevzuatlardaki emredici düzenlemeler karşısında kanuna, kişilik haklarına, ahlaka ve adaba aykırı sözleşmelerden sayılarak yasal açıdan kesin hükümsüz sözleşmelerdir.
İnternetin keşfedilmesinden sonra dünyada oldukça büyük bir etki yaratan Youtube, günümüzde birçok büyük medya kuruluşunun resmi kanalları üzerinden yayın ve içerik takipleri yaptığı bir platformdur. Bugün birçok kişiye kendisini ifade edebilme imkânı tanımaktadır. Youtube kanalına sahip olan kişiler, çektikleri videolar ve oluşturdukları içeriklerle kendilerini ifade edebilmekte, önemli konularda seslerini duyurabilmekte ve kelebek etkisi ile değişim yaratarak birçok kitleyi etkilemektedirler. 2005 yılında kurulan Youtube içerik üretiminde en hassas hukuki konu telif hakkı konusudur. Oluşturulan içeriklerde telif hakları, kişilere yönelik oluşturulabilecek ihlalleri bertaraf etmekte ve Youtube platformu tarafından önemli bir konu olarak görülmektedir.
Telif hakkı; bir kişi ya da kişilerin her türlü fikrî emeği ile meydana getirdiği bilgi, düşünce, sanat eseri ve ürününün kullanılması ve kopyalanması ile ilgili hukuken sağlanan haklardır. Telif hakkının doğması için tescile gerek yoktur. Fikir ve sanat eserleri üzerindeki haklar eserin üretilmesiyle birlikte doğar.
Birçok ülkede, fiziksel ortama kaydedilmiş orijinal bir eser oluşturan kişi otomatik olarak bu çalışmanın telif hakkına sahip olur. Bu kişiler, telif hakkı sahibi olarak eserin kullanım haklarına sahiptir. Çoğu zaman, yalnızca telif hakkı sahibi başka birinin eseri kullanma izni olup olmadığını belirler. Telif hakları, hukukumuzda 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) ile korunmaktadır. FSEK, 05.12.1951 yılında Resmi Gazete’ de yayımlanmış olup kanunun amacı fikir ve sanat eserlerini meydana getiren eser sahipleri ile bu eserleri icra eden veya yorumlayan icracı sanatçıların, seslerin ilk tespitini yapan fonogram yapımcıları ile filmlerin ilk tespitini gerçekleştiren yapımcıların ve radyo-televizyon kuruluşlarının ürünleri üzerindeki manevi ve mali haklarını belirlemek, korumak, bu ürünlerden yararlanma şartlarını düzenlemek, öngörülen esas ve usullere aykırı yararlanma halinde yaptırımları tespit etmektir. Youtube video içeriklerindeki telif hakları Youtube’un kendi oluşturduğu hukuki politikalarla birlikte bu kanun kapsamında da korunmaktadır.
Düşünceler, olgular ve süreçler telif hakkı kapsamında değildir. Telif hakkı yasasına göre, bir eserin telif hakkı korumasına uygun olması için yaratıcı bir ürün olması ve fiziksel bir ortama kaydedilmiş olması gerekir. Bunun dışında şu eserler telif hakkına sahiptir:
Bazı durumlarda telif hakkıyla korunan bir eserin, sahibinin telif hakkını ihlal etmeden kullanılması mümkündür. Youtube Amerika Birleşik Devletleri merkezli bir şirket olduğu için temelini oradaki yasalar oluşturmaktadır. Bu kapsamda Amerika 1976 Telif Hakkı Yasası’nın 107. bölümüne göre bazı içeriklerin “adil kullanım” kapsamında telif ihlali olmadan kullanılması mümkündür. Adil kullanım ise; telif sahibi olan herhangi bir içeriğin hak sahibi olunan konu dışında başka bir amaçla referans vermek için belirli şartlar altında kullanılmasına verilen izindir.
Youtube videolarında FSEK kapsamında bir telif hakkını ihlal etmemek için dikkat edilmesi gereken hususlar:
Youtube videolarında uygunsuz içerik hazırlanması gibi bir durum söz konusu olduğunda, içeriğin şikâyet edilmesi durumunda uygunsuz içerik platformdan kaldırılacaktır. Youtube kendi oluşturduğu hukuki politikalarında, çocuk pornografisi, nefret söylemi ve ayrımcılık, taciz-siber zorbalık, şiddet yanlısı videolar, toplumu olumsuz yönde etkileyecek içerikler gibi uygunsuz kategorisine giren videolar için şikâyet sistemi oluşturmuştur. Bu sisteme göre, videoda bulunan bir araç üzerinden yapılan şikâyet Youtube Platformuna iletilmektedir. Yapılan bu şikâyet hukuki bir çerçevede Youtube tarafından ele alınacaktır. Kişi dilerse yapılan bu şikâyetin yanı sıra bilişim suçu veya telif hakkı ihlali durumuna göre olayı yargı makamlarına intikal edebilecektir. Kişi, uygunsuz içerik hakkında kendisinin bulunduğu yere yakın savcılığa/ bilişim suçları savcılığına müracaat ederek şikayetçi olabilir.
Telif hakkı ihlali durumunda ise; içeriği kendisinden izinsiz bir şekilde kullanılan kişi Youtube Platformuna, bahse konu video ve içeriğin kopyalandığını, kendisinden habersiz ve muvafakati alınmadan kullanıldığını belirterek telif hakkı ihlali bildirimi yapabilir. Bildirim yapıldıktan sonra şikâyet Youtube tarafından incelenir. Kişi, telif hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle, yargı makamlarına başvurarak FSEK’te düzenlenen mali ve manevi haklarının da ihlal edildiği gerekçesiyle tazminat talebinde bulunabilir.
Türk Medeni Kanunu’muzun 175. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Yükümlüsünün kusuru aranmaz” hükmü düzenlenmiş olup günümüzde artan boşanmalarla birlikte gelen tartışmalı hususu bu yazı ile açıklamak gerekmektedir. Nafaka denilince sadece kadına verilen nafaka olarak algılanan bu kavram aynı zamanda boşanma ile birlikte maddi güçsüzlüğe düşecek erkeği de kapsamaktadır.
Nafaka boşanma davasının doğurmuş olduğu bir borç olup kişiye bağlıdır yani nafaka borcu başkasına devredilemez. Türk Hukukunda kanunun düzenlemiş olduğu 4 tür nafaka bulunmaktadır. Bunlar, yoksulluk, iştirak, tedbir ve yardım nafakalarıdır.
1- Yoksulluk Nafakası
Boşanma sebebi her ne olursa olsun boşanma davasından dolayı yoksulluğa düşecek olan eşin diğer eşten geçimini ve boşanma ile tekrar başladığı hayatının devamlılığını sağlamayabilmek amacıyla talep edebileceği nafaka türüdür. Kısacası ekonomik nafaka anlamına gelmektedir. Yoksulluk nafakası talep eden eşin, boşanmadaki kusurunun diğer eşten daha ağır olmaması gerekmektedir. Yine eşit kusur halinde diğer şartları oluşmuşsa yoksulluk nafakası talep edilebilir. Yoksulluk nafakası boşanma kararının kesinleşmesinin ardından tek seferde ya da her ay yoksulluğa düşmüş olan eski eşe ödenir. Bu nafaka boşanma davasından sonra ayrı bir dava ile de talep edilebilir.
Fakat boşanma, anlaşmalı boşanma şeklinde gerçekleştiyse ve protokolde yoksulluk nafakası talep edilmediyse, sonrasında ayrı bir dava ile yoksulluk nafakası istenemez. Çünkü anlaşmalı boşanma protokolü ile eşler zaten anlaşmış sayılmakta olup talep edilmediği takdirde mahkeme talep eden eşe nafaka hükmetmez. Genel kural, çalışan eşin nafaka alamayacağıdır ancak istisnası evlilik esnasında standartları yüksek iken boşandıktan sonra çalışmasına rağmen ciddi sıkıntıya düşülmesi durumudur. Bunun için de nafakaya hükmedilebilir.
2- Tedbir Nafakası
Tedbir nafakası geçici bir önlem mahiyetinde bir nafaka türü olup boşanma davası sırasında veyahut öncesinde istenebilen, özellikle eşlerin barınma, geçinme ve çocuklarının bakım ve giderlerini karşılamaları amacıyla bağlanan nafaka türüdür. Tedbir nafakası hem eşe hem de çocuklar lehine verilebilir. Yoksulluk nafakasından farklı olarak kişilerin talebi olmasa da, hâkim gerekli gördüğünde tedbir nafakasına karar verebilir. Tedbir nafakası boşanma davası açılmadan bağımsız bir dava ile de istenebilir.
Bu davada kişinin, eşinden ayrı yaşamasının haklı sebeplere dayandığını ispatlaması gereklidir. Gerek boşanma davasında gerek ayrılık davasında tedbir nafakası dava tarihinden itibaren işlemeye başlamakta olup tamamen geçici bir koruma sağlamayı amaçlamaktadır. Boşanma kararının kesinleşmesi ile veya ayrılık süresinin (en fazla 3 yıl için ayrılık kararı verilebilir) bitmesi ile kendiliğinden son bulur.
Gündemde bahsedilen yeni sosyal medya yasası nedir?
İnternetin kullanılmasıyla gündelik hayatta ve iş hayatında oldukça önemli bir yer edinen sosyal medya platformlarını düzenleyen yasanın birçok açıdan önemi bulunmaktadır. Günümüz itibariyle kullanılan bu platformların uluslararası çapta yoğun bir şekilde kullanılması, farklı kültürlerden insanların buluşmasına olanak sağlaması gibi olumlu yönlerin yanı sıra çocuklar için riskli hale gelmesi, kişilerin, başkalarının internet özgürlüğü adı altında kişisel haklarının ve verilerinin ihlal edilmesi ise olumsuz yönleri bulunmaktadır.
Anılan yasa ile kişisel verilen ve hakların sosyal medya platformunda korunması, platformların Türkiye’de temsilcilik açması gibi hususlar düzenlenmiştir. Bu yasa ile devletin üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmesi ve kurumlarla, platformlarla işbirliği yaparak vatandaşların haklarının korunması önem arz etmektedir.
Her ne kadar internetin bilgi edinme, bilgi alışverişi, eğlence gibi faydaları olsa da hızlı erişim kolaylığı sağlaması sebebiyle kullanıcıların kimliklerini gizleyerek kanuna aykırı eylemde bulunduğu gerçeğini gözden kaçırmamak gerekir. Kanuna aykırı oluşturulan içeriklerle, kendi fikirleri ile bağdaşmayana karşı ayrımcılık içeren tavırla küfür, hakaret iftira gibi suçların meydana gelmesi sebebiyle düzenleme gerektiren bu sosyal medya yasası hukuki bir çözüm olarak görülmüştür. Kişilik hakkı internet ortamında ihlal edilen kişi, devletin yükümlülüğü olan anayasal hakkının korunmasını bu yasaya da dayanarak talep edebilmektedir.
Sosyal Medya Yasası diğer ülkelerde mevcut mudur?
Ülkemizde oldukça geç kalınmış bu düzenleme, Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerinde mevcuttur. Amerikan hukuk sistemine göre sosyal medya ağlarının içeriğe ilişkin herhangi bir müdahalede bulunması için bir takım süreçlerden kaçınması zorunluluğu getirilmiş iken Avrupa Birliği'nin internet ortamına ilişkin "terör ve yanlış bilgi" gibi iki müdahale edeceği husus bulunmaktadır. Sosyal medya platformlarında nefret suçu, ayrımcılık, terör gibi konularda düzenlenmiş hukuka aykırı içeriklerin kaldırılması yönünde düzenlemeler mevcuttur.
Fransız hukukunda ise düzenlenen sosyal medya yasasında en önemli unsur; suç teşkil eden içeriklerin 60 dakikada kaldırılarak ihlalin, zaman kaybı ile büyümesini engellemektir.
Ülkemizde sosyal medyaya ilişkin düzenlemeler nelerdir?
İstanbul Sözleşmesi, geniş kapsamda bir sözleşme olup kadınların yaşatılması için gündeme gelen bir düzenlemedir. Daha fazla kadının ölmesini engelleyecek olan “koruyucu” ve “önleyici” İstanbul Sözleşmesi bu yazıda incelenecek ve kadınları korumada neden önem taşıdığı belirtilecektir.
İstanbul sözleşmesi nedir?
İstanbul Sözleşmesi’nin diğer adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmenin önemi, kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin sözleşmede belirlenen temel standartlar çerçevesinde önlenmesidir. Aynı zamanda sözleşmeye taraf devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini de belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesi olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü kadın hakkı demek insan hakkı demektir. Sözleşmede amaç; bir kadına yönelik uygulanan şiddetin sadece tüm kadınlara değil aynı zamanda tüm insanlığa karşı da yapılan bir şiddet olduğunu vurgulamaktır.
Sözleşmede bahse konu amacın yanı sıra 4 temel prensip bulunmaktadır. Avrupa Konseyi tarafından belirlenmiş prensipler şunlardır:
Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni 12.03.2012 tarihinde imzalamıştır. Uluslararası hukukta kadına karşı şiddeti ya da ayrımcılığı yasaklayan pek çok uluslararası düzenleme bulunsa da İstanbul Sözleşmesi, kapsamı ve oluşturduğu denetim mekanizması sayesinde diğer düzenlemelerden farklı bir sözleşmedir. Bağlayıcılığı, ülkeleri bir denetim mekanizmasına tabi tutmaktadır. Mağdur kadının ailevi bağı olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (evli olsun olmasın aile ve özel hayat sınırları içerisinde kadının alanını ihlal eden herhangi biri tarafından yöneltilen şiddet) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi açısından şiddetle mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk uluslararası sözleşme olmasının önemini ayrıca belirtmek gerekir. Mağdur kadının haklarının korunmasına yönelik tedbirlerin alınmasını ve kadının seçtiği toplumsal kimliği ne olursa olsun ayrımcılık gözetilmeden korunmasını garanti eden ilk uluslararası sözleşmenin toplumumuzda önemi bir hayli fazladır.
Sözleşmenin maddelerinin hukuki önemi
Sözleşmenin maddelerine bakıldığında kadına şiddetin tanımından bu şiddetin önlenmesi için gerekli tedbirlerin alımına kadar geniş bir yelpaze oluşturulduğu görülecektir.
Örneğin bu sözleşmeye göre kadına şiddet şöyle tanımlanmıştır:
30.04.2011 tarihinde Resmî Gazete’de yayınlanan Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği Hakkında Yönetmelik, ödeneğin yasal dayanağıdır. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu baz alınarak hazırlanan yönetmeliğe göre, sigortalı sayılan kişileri hizmet akdine tabi olarak çalıştıran işverenin, ekonomik kriz ile zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerini geçici olarak önemli ölçüde azaltması, işyerinde faaliyeti tamamen veya kısmen geçici olarak durdurması hallerinde, işçilere kısa çalışma ödeneği ödenmesi söz konusudur.
Başvuru şartları nelerdir?
Yönetmeliğin 6. maddesinde kısa çalışma ödeneğine başvuru şartları belirtilmiştir. Buna göre işverenin kısa çalışma talebinin Bakanlıkça uygun bulunması, işçinin kısa çalışmanın başladığı tarihte, 4447 sayılı Kanunun 50.Maddesine göre çalışma süreleri ve işsizlik sigortası primi ödeme gün sayısı bakımından işsizlik ödeneğine hak kazanmış olması gerekir. İşverenin kısa çalışma talebinin iş müfettişlerince yapılacak inceleme sonucu uygun bulunması gerekmektedir.
Başvuru nasıl yapılır?
İşte merak edilen soruların yanıtları...
Mal paylaşımı hukukumuzda nasıl düzenlenmiştir?
4721 sayılı Medeni Kanun’da, 01.01.2002 tarihinden itibaren taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça boşanma halinde mal paylaşımı rejimi olarak “edinilmiş mallara katılma rejimi” hükümlerinin yasal mal rejimi olarak uygulanacağı kabul edilmiştir. Bu kanuna göre, her eş diğer eşin evlilik içinde “edinilmiş mal” niteliğindeki mallarının yarısının değeri üzerinde alacak hakkına sahiptir. Bu hak, ‘katılma alacağı davası’ açılarak talep edilmektedir. Bu dava uygulamada boşanma davası açıldığı zaman ayrı bir dava olarak açılmaktadır. İki ayrı dava eş zamanda açıldığı taktirde katılma alacağı davası için boşanma davasının kesinleşmesi beklenir.
Edinilmiş mallara katılma rejiminin başlama anı, eşler mal rejimi sözleşmesi ile başka bir mal rejimi belirlenmemiş ise evlenme anıdır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını kapsar.
Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir.
Kanunda bir eşin edinilmiş mallarının özellikleri şu şekilde sıralanmıştır:
-Çalışmasının karşılığı olan edinimler,