Paylaş
Bunca yıl sonra, bir sınıfın tek ayak üstünde durarak cezalandırılmasında simge olabilecek ne vardır? Bu berbat bir cezalandırma biçiminde bizi gülümsetebilen şey nedir? Fenerbahçeli futbolcular, bu durumu, acaba asla bu şekilde cezalandırılmamış olan Kuyt’a nasıl anlatmışlardır? Kuyt, bizim gönlümüzle sevdiğimizi, aklın terazisine vurmadan anlayabilmiş midir acaba?
Bu soruların cevabı biraz Mahmut Hoca’dadır, biraz Münir Özkul’da.
Bütün bir Hababam Sınıfı serisinde, otoriteyi temsil etmesine rağmen; asla sevgisiz, tahammülsüz, vicdansız ve anlayışsız bir karakter olmayan Mahmut Hoca’da.
Kulağına fısıldanan “Tiyatro babanızın evidir, o kadar tabii ve samimi olun!” usta öğüdünü, ismi ile anılacak olan bir oyunculuk biçime; sahiciliğe, yalınlığa, yapmacıksızlığa, süssüzlüğe dönüştüren Münir Özkul’da.
İkisi birleştiğinde ortaya, öğrencilerin tembelliğine, kopya çekmelerine, yalan söylemelerine, saygısızlık yapmalarına tahammülü olmayan bir öğretmen çıkar. Bütün o tek ayak üstünde bekletmeler, hafta sonu dışarı çıkarmama cezaları, bazen aç bırakmalar bu yüzdendir.
Mahmut Hoca, doğru bildiği biçimde cezalandırır onları, sinirlerine hâkim olamayan bir baba gibi. Ama zalim değildir, vahşi değildir, iyi olsunlar ister.
Hababam’la ilk tanışmalarında uzun uzun bakışırlar karşılıklı. “Zahmet edip bana takma isim aramayın, bana kel Mahmut derler. Saçları yirmi beş yıllık öğretmenlik hayatımda döktüm” dedikten sonra sınırlarını çizer: “Sınıfınız hakkında duyduklarım, gördüklerim pek çok hoş değil. Okuldan kaçıyormuşsunuz, kaçırtmam. Gördüm, ön bahçede top oynuyorsunuz, oynatmam.”
Yirmili yaşlarını çoktan geçmiş koca koca adamların bir an önce mezun olmalarını ister, derdi manyakça bir hâkimiyet kurmak değildir, meselesi yaşamayı, mücadele etmeyi, kendilerine saygı duymayı öğretmektir: “Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı. Öğrenmenin, bilginin var olduğu her yer okuldur. Yaşamayı, mücadele etmeyi, doğa ile savaşmayı öğrenirsiniz. Bilgili olmayı, en önemlisi kendinize karşı saygıyı öğrenirsiniz. Bu saydıklarım eğer bir okulda yoksa orada sadece bir taş yığını vardır.”
Sonra, Mahmut Hoca ile Hababam Sınıfı, birbirlerini hep eşiklerde sınarlar. Damat Ferit, derdini açmak için önce ona koşar. “Ben evliyim” der, “Ailem bile bilmiyor”. “Bana niye söyledin?” diye soran hocasına “Anlayacağınızı sandım” diye cevap verir, Mahmut Hoca’nın cevabı kısa ve nettir. “Anladım!”
Ferit’in okulda baktığı bebeğini kucağına alıp “Okulumuzda bir gayrı meşru çocuk eksikti!” diye böğüren okul sahibinin karşısına önce o dikilir: “Benim her şeyden haberim var!” Okul sahibinin Ferit’e kestiği okuldan atılma cezasının önünde o durur. “Çocukların hayatlarıyla ilgili kararları ben veririm. Ben tüccar değilim, eğitimciyim!”
Münir Özkul’un Mahmut Hoca’sı, hepimizin bilinçaltına kazınmış bir vaattir. Haksızın karşısında haklı, zayıfın yanında güçlü durmaktır. Mağrur ama mütevazı olmaktır. Babacan olup çocuk kalmaktır. Karşısındaki ne kadar güçlü olursa olsun “Dokunma çocuklarıma!” diyebilmektir.
O yüzden herkesin bir Münir Özkul’u vardır. Kimininki bir halk komiği, kimininki Yaşar Usta, kimininki Mahmut Hoca’dır.
Mahmut Hoca, statta onlara bakıyordu. Hababam, yine Veysel Efendi’yi kandırmayı başarmış, kapıyı açtırmış, yine Fener’in maçına gelmişti. Mahmut Hoca, maç dönüşü okulun merdivenlerinde onları karşılamış, gereken cezayı kesmiştir.
Fenerbahçe tribünlerinde maçı izleyen Hababam’ın Bacaksız’ı Tuncay Akça’nın müzmin sorusudur: “Siz neden her gün tek ayak üstünde duruyorsunuz?”
Hocamız Mahmut Hoca olsun, bir ömür dikiliriz tek ayak üstünde. Kuyt’a böylece anlatın.
Paylaş