Paylaş
Bir yanda futbola ait her şey; düşmanlık, nefret, ırkçılık, ayrımcılık ve para üzerinden yürür, bir yanda “Başka türlüsü mümkün” fikri durur. O yüzden futbolun delileri, futbolu neden sevdiklerini her gün her gün ezber etmek zorundadırlar. Futbolu neden sevdiklerini hatırlamak için, durmadan kendi kendilerine sorular sorarlar ve elbette kendi kendine konuşana buralarda deli derler.
Sen seversin, futbolun aklı fikri hakemdedir. Sen ondan gözünü alamazsın, futbolun gözü paradadır. Sen en ufak bir güzel söze razısındır, futbol küfreder. Sen pas beklersin, futbol topu taca atar. Sen seversin, endüstriyel futbol satın alır. Deliler bir türlü karşılık alamadıkları bu aşktan bir türlü vazgeçmezler. Umutlarını, kırıldığı yerden her gün yeniden yapıştırırlar. Tutkal, hunilerinin içinde saklıdır.
O makas, bir açılır bir kapanır. Delirmemek olanaksızdır. Bir önceki hafta bir teknik direktör, kendisine dirsek atıldığını hakeme anlatmaya çalışan bir futbolcuya “Numara yapma!” der. Bir futbolcu “Bunu bazılarına öğretemediğimiz için özür dileriz!” konulu sempozyumda konuşma fırsatını es geçeyim demez, hemmen lafı yapıştırır. Bir başkan önce “Eğlence olan futbolu amacının dışına çıkarıyoruz. Ana sorun bu” der, sonra Ferhan Şensoy’un “kes kel alaka” dediği türden bir akıl yürütme yapar: “Siz Atatürk'ün askeri olmazsınız çünkü başkanınız çürük raporu aldı” der.
Sonra bir futbolcu çıkar, bir derbi maçında, hem de rakip takımın baskılı oynamaya başladığı anlarda, kale çizgisinden dışarı çıkan top için aut kararı veren hakemin yanına gider, “Hocam benden çıktı” der, korner olduğunu söyler, hakem kararını değiştirir. Şak makas kapanır, deliler çok sevinir, üstlerine çöken deli kederleri dağılır, koşup Semih Kaya’ya sıkı sıkı sarılasıları gelir. Semih Kaya da delidir galiba!
Semih Kaya’ya bakarken, akıllarından Metin Oktay’ın görüntülerini geçer. O görüntülerde Metin Oktay, Fenerbahçe ağlarını yırtan golünü anlatırken, sporda “rekabet” diye adlandırılan şeyin, piyasa koşullarındaki rekabetten çok başka bir şey olduğunu gösteren “Efendim ben o gölüm tarihe geçti, ama bu biraz da Fenerbahçe’nin büyüklüğünden geliyor” cümlesini kurar.
Para, pul, maç başına anlaşma laflarının çok uzağındaki bir ülkenin taçsız kralı da delidir zaten. Onca korkunun, baskının, zulmün orta yerinde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarına karşı durmuş, imza kampanyasına adını koymuş kral bir adamdır. Deliler futbolu neden sevdiklerini bir kere daha hatırlarlar.
Ama unutmaları çok sürmez. Çok akıllı bir taraftarın, sahadaki oyuncuların gözüne lazer tuttuğu sırada yüzündeki ifadeden çok korkarlar. İlaç saatleri gelmiştir zaten, usul usul koğuşlarına giderler. Semih Kaya’yı da, Metin Oktay’ı da yanlarında götürürler.
Yılmaz Odabaşı, okumalara doyamadığımız şiirinde şöyle der:
“/feride, sen bu kadar akıllının içinde nasıl
nasıl delisin böyle?/”
Paylaş