Paylaş
“Slaven Bilic Beşiktaş’a geliyormuş” dendiğinde, aslında pek çok kişi emindi, saha kenarına bambaşka bir adamın geleceğinden. Rockcı teknik direktör fikri, tek başına rüya gibiydi bir kere. Sonra hukukçu yanı, derinden yaralı adalet duygumuza merhem olabilirdi.
O vakitler ben de, dilek ve temenniler kutusuna şöyle bir şeyler yazıp atmıştım: “Bilic, sahanın kenarında akil akil dursun, futbolcularını akla fikre davet etsin, haktan ve emekten söz etsin. Yeni görevi hem Beşiktaş'a hem Türkiye futboluna hayırlı olsun. Bilic gitar solosu atsın, Beşiktaş oynasın! Beşiktaş oynasın, Çarşı söylesin!”
Ancak sonra, savunma mekanizmalarını devreye sokmak için zorlamıştım kendimi, du bakalımdı. Bilic başka bir adamdı da, buralar da bizim buralardı. Biz adamı iki günde benzetirdik kendimize.
Ayrıca şu hayatta üç şey için pay bırakmak icap ederdi, yoksa üzülürdün. Dudak payı, dikiş payı, yanılma payı. Bu payları bırakmazsan, sırasıyla; dilin yanardı, o pantolonu öyle düdük gibi kısa giyemezdin, canın çok acırdı. Bilic için de yanılma payı bırakmakta fena halde fayda vardı.
Ama Bilic bizi hiç yanıltmadı.
Daha birinci dakikada “Sosyalist bir takım kurmak istiyorum” dedi.
Birileri “ceza” niyetine “sadece kadın ve çocukların izlediği maç” diye bir şey icat etmişken, birileri bu şahane icat için inat ve ısrarla “seyircisiz maç” derken, birileri de cümlelerine “Şimdi kadınlar kusura bakmasın ama…” diye başlıyor, lafı kadınların futboldan anlamasının imkânsızlığına getiriyordu.
Bilic, bu meselede de bizi yanıltmadı: “Cezalı olduğumuz maçlarda kadınların statta bizi desteklemeleri için onlara yalvarıyorum. Kadınların sadece cezalı olduğumuz değil tüm maçlara gelmesini istiyorum” diyerek kadınların desteğinin kendisi için çok kıymetli olduğunu ifade etti. Kadınlar ve futbolla ilgili “Kadınlar şimdi böyle dedik diye kızacaklar ama” biçimindeki saçmalıkların yerine “Kadınlar alınmasın ama dünyadaki en mükemmel şey futboldur” gibi akıl dolu, ayrımcılıktan, cinsiyetçilikten uzak bir espri koyuverdi.
Sonra Bilic’in çok hırpalandığını, memleket futbolunun ahvalinden çok bunaldığını, gergin ve üzgün olduğunu alenen gördüğümüz günler yaşadık. “Bıktım, usandım” dedi hatta. Kendimize benzetmeyi başaramazsak da yıldırmıştık işte adamı. O saat “Tamam” dedim ben de, “Artık iflah olmaz.”
Benim Türkiye sinemasındaki jönüm İzzet Günay’dır, bir keresinde, bir filmde “Yanılmaktasın ki, pek çok” demişti. Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinde, Bilic, Gökhan Gönül’e o şahane şakayı yaptığında bana öyle dedi.
O şakayla, önce “Artık iflah olmaz” minvalindeki cümlelerimi yuttum, sonra Bilic için bıraktığım yanılma paylarını söktüm attım. Memleketteki tüm teknik direktörlerin, hayatın sırrını çözüyorlarmış gibi bir ruh durumu yaşayacakları bir anda, rakip takımın futbolcusuna şaka yaptı şaka.
Biz çok kötü unutmuşuz bazı şeyleri. Fena halde gerilerde bir yerlerde bırakmışız, yolun bir yerinde düşürmüşüz. Keşke Bilic’i, şakayı filan unutmadan, adaletten ümidimizi kesmeden, bunca tekinsizliğin içinde bir saçma saçma savunma mekanizmaları geliştirmeden tanısaydık.
Türkan Şoray, bir keresinde İzzet Günay’a “Çok eskiden rastlaşacaktık” demişti.
Paylaş