Paylaş
Üzerinden darbe geçen bir kuşak, seksenli yılları, siyah beyaz ekranın karşısında portakal yiyerek ve ailecek buz pateni seyrederek geçirmiştir. O yıllara ait anılarımızda Jayne Torvill-Christopher Dean çifti, Ravel’in Bolero’su eşliğinde kayar ve anılarımızın üstüne hep Kenan Onuk’un sesi düşer.
Buz pateni seyircisine, sonradan kendi adıyla anılacak o meşhur lale dönüşünü yapan Denis Biellmann’ı sevdiren Kenan Onuk’tur. İgor Bobrin’i de. Natalia Bestemianova - Andrei Bukin çiftini de. Ama Katerina Witt’i bir başka sevdirir. Seyirci, şimdilerde değişmiş olan puanlama sisteminin en kral puanı olan 6’yı kimselere vermez, hep ona saklar.
Buz pateni, bu ülkede bu kadar çok sevilmişse, spor denen şey, buz pateniyle birlikte, belki de ilk ve son kez, ailece izlenen bir şeye dönüşmüşse Kenan Onuk’un sayesindedir. Bu ülkede, bir takım ailelerin göbekli babaları, döpiyesli anneleri, kendilerini Gençlik Parkı’nın buz tutmuş havuzunda kayarken bulmuşlarsa, o yayınların sayesindedir.
Koca koca insanların, televizyon seyredip seyredip “Bu gece inşallah don yapar da sabah kayarız”, “Yarın ‘salçov’ deneyecem ben” gibi absürd cümleler kurarak geçirdikleri bir zamandan sonra, Kurtuluş Parkı’nda küçücük bir pist açılır. Gençlik Parkı’nda, kendi aralarında kaymak tamamdır da, öyle bilet filan alarak, herkesin gözü önünde çıkıp kaymayı, göbeklerine ve döpiyeslerine yakıştıramazlar. Hiç kopmak istemedikleri bu iş için aranan kurbanlar, tam yanlarında durmaktadır, onları atıverirler buza. Türkiye’nin ilk buz pateni sporcuları işte bu ailelerin çocuklarıdır.
Bu ülkede buz patenine öyle böyle değil, çok emek verilmiştir. Bir kere her şey yokluk üzerine kuruldur. Ankaralılar, tesisten kiralayıp kaydıkları patenlerden çok memnunlardır. Ama bizimkilerin çocukları “patenci” olacaktır ve Katerina Witt’in patenlerinin plastik ve turuncu olmadığına emindirler. Belçika’daki dayılara, Almanya’daki halalara rasgele ısmarlanan patenlerle de patenci olunmayacağı anlaşılana kadar epey bir alçı vakası yaşanır.
Kurtuluş Parkı’ndaki o pist, kayılmaktan karlandığında bildiğin kürekle kürenir, basbayağı bahçe hortumuyla sulanır, donması beklenir. Havalar biraz ısındığında motorlar yetmez, iş, yüzmeyle buz pateni arası bir aktiviteye dönüşür. Anne babaların hepsi temel antrenörlük eğitimlerini Kenan Onuk’tan almışlarıdır. Yalnız sıkıntı şuradadır, buz pateni televizyondan öğrenilebilecek en son spordur. Kenan Onuk, bu konuda insanüstü bir çaba harcamakta, araştırmalara yapmakta, belli ki okumakta, çalışmaktadır ama forehand ile backhand’i birbirinden ayırmak gibi bir şey değildir ki “filip” ve “lutz”u birbirinden ayırmak. Dış kenarla başlayıp, iç kenardayken sağ patenin ucunu buza vurarak havada dönüş yaparsan filip olur, dış kenar ile geriye doğru kayarken sağ pateninin ucunu buza vurup dönersen lutz olur. Ama filip gibi sol kenar ile başlar gibi yapıp sağ iç kenarda kayarken sol patenin ucunu vurursan e o zaman toe-loop olur! Ayrıca filip ve toe-loop ufak bir kenar hatasıyla birbirine dönüşebilecek hareketlerdir! Filip yapmak üzere yola çıkan patenci, patenini buza vurduğunda iç kenar yerine dış kenar üzerindeyse filip değil toe-loop yapmış olur!
Kenan Onuk’un doğal olarak karıştırdığı bu hareketleri, bir de, her biri kendi çocuğunun antrenörü olan anne babalar karıştırarak akıl almaz bir buz pateni terminolojisi oluştururlar. Terminolojinin en şahane cümlesi: “Buzla şaka olmaz evladım!”dır. Bir yandan pistin kenarında atlayıp zıplayarak, çocuklarına kendilerinin de asla anlamadıkları hareketleri öğretmeye çalışırlar, bir yandan da bunun imkânsızlığının ve tabi tehlikesinin farkındadırlar. Kendilerini işin büyüsünden biraz sıyırıp bir sakatlanma olacağından korktuklarında “Tamam geçelim bu hareketi, neme lazım buzla şaka olmaz!” derler.
Sonra yine büyülenirler belli ki, çünkü vaziyet buyken, 1985 yılında, “1. Türkiye Artistik Buz Pateni Şampiyonası” diye bir şeye kalkışmaları sadece “eşek dili” büyüsüyle filan açıklanabilir herhalde. İşlerini güçlerini bırakıp Devlet Balesi dansçılarını ikna edip jüri yapmalarını, “Abi paten dediniz koyduk işte madalyonun üstüne” diyen plaketçilerle saatlerce “Madalyon değil, madalya”, “Paten değil, buz pateni” tartışmasına girmelerini başka türlü açıklamak pek mümkün görünmüyor.
TRT’nin, buz pateni yarışmalarını “kıyafet hassasiyeti” nedeniyle yayınlamayacağı iddiası yüzünden kopan fırtına üzerine “Eğer kıyafet hassasiyeti olsaydı yüzme ve voleybol müsabakalarını da yayınlamazdık. Dünya Kadınlar Tenis Şampiyonasını da yayınlamazdık” açıklamasını “Özrü kabahatinden büyük” cümlesinden başka bir şeyle açıklamanın mümkün olmadığı gibi.
Bu ülkede televizyondan buz pateni seyretmenin öyle böyle değil, çok köklü bir geçmişi vardır. Bu ülkede buz patenine öyle böyle değil, çok emek verilmiştir. O yüzden, “Kıyafet hassasiyetimiz filan yok, yayınlayacağız” diyen TRT’ye, ilerde bu tür hassasiyet geliştirme olasılıklarına karşı ufacık bir hatırlatmayı borç bilirim: Buzla şaka olmaz! Borcum, Kenan Onuk’a ve ömürlerini çocuklarının peşinde buzda geçiren o büyülü anne babalaradır, bunu da hassasiyetle belirtirim.
Paylaş