Paylaş
Bu cumhuriyet üç sütün üzerine inşa edilmişti. Bunlardan birincisi “tam bağımsızlık”, ikincisi “laiklik”, üçüncüsü ise “tek millet” olmaktı. Bu üç sütun da yıkılmıştır. Geçenlerde, Ergenekon davası dolayısıyla, ifadesine başvurulan eski genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök şöyle konuşmuştu: “2002 yılında AKP iktidarı kurulduktan sonra, “ben dâhil” Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasında bir tedirginlik oluştu. Bu kişilerin eski söylemlerine bakıldığı zaman, acaba Türkiye’de kötüye doğru gidiş olur mu? diye endişelenmiştik.” Türk Ordusu’nun fikir yapısı göz önüne alınırsa burada “kötü” den kastın “laiklikten ve mili birlikten vazgeçme” olduğu açıktır. Demek ki; herkes olayların neye gebe olduğunu biliyormuş. Daha da acı olanı, Suriye’deki iç savaş öncesi ve sonrasında Türkiye’nin takındığı tavrın “tam bağımsızlık” ilkesinin çoktan yürürlükten kalktığını göstermesidir.
1923’TE KURULAN CUMHURİYET, İLELEBET PAYİDAR OLABİLİR MİYDİ?
Olanlara bakılırsa, olamazmış demek gerekir. Nitekim olamamıştır. Zaten sıkça söylendiği üzere “tarihte ne olmuşsa, başka türlü olamadığı için öyle olmuştur” ibaresi de bizi bir yerde, tatsız da olsa, bu gerçeği olduğu gibi kabullenmeye zorlamaktadır. Netice itibariyle, Türkiye demokratik bir ülke olmuştur ve meydana gelen değişim, halkın iradesiyle orta çıkmıştır. Ancak yukarıdaki fatalist “yani ne olmuşsa, başka türlü olamadığı için öyle olmuştur” önermesi, tarihte ne olmuşsa iyi olmuştur demek değildir. Nitekim kaderci mantıkla kötü şeyler de “başka türlü olamadığı için öyle olmuştur” denebilir. Ama olanı kabullenmek ile olanı onaylamak apayrı şeylerdir. Olan biten karşısında bir şey yapıp yapamamak da bir başka konudur. Tavır veya eylem koyarak sonuç almak zemin ve zamana bağlıdır.
CUMHURİYET TOMBALADAN ÇIKMAMIŞTIR
Devletin bekası için, “bağımsız ve laik tek bir ulus olma” fikri, kurucu atalarımızın keyfi bir tercihi değildir. Bu, olayların zoruyla ortaya çıkmıştır. Cumhuriyeti kuranlar, zaten “çok milletli” Osmanlı Devletinin önde gelen insanlarıydı. Hepsi dini eğitim almıştı. Çoğu Kuran’ı orijinal metninden okuyup anlayacak kadar Arapça biliyordu. İslamiyet onların üst kimliğiydi. Bunların hepsinden daha önemli olan “dış borca batarak”, Büyük Devletlere iktisaden bağımlı olmanın ne getirip ne götürdüğünü biliyorlardı. Müflis Osmanlı bir hami peşindeydi. Sonunda, Almanya’nın dümen suyunda Birinci Dünya Harbine girdi, acı bir şekilde yenildi ve bölündü. Onlar, bunları “hakken” öğrenmişlerdi. Bu deneyimden çıkardıkları sonuçla, Cumhuriyet’in “bağımsız, laik ve tek milletli” olarak inşa edilmesine karar verdiler. Pek tabii bu bir ülküydü yani uzun erimli bir vizyondu. Suna Kıraç’ın sözlerini ödünç alarak ifade etmem gerekirse, “Cumhuriyet, kurucularının ömürlerini aşan bir idealdi”. Türkiye Cumhuriyeti’nin tasarım ilkeleri doğruydu. Ama savunulması zordu. Bozulması da kolay olmuştur.
Son Söz: Borçlu ülke yok olmaz, bağımsızlığını yitirir.
Paylaş