Türk’ü, Türk’e yermek

BAYRAM dolayısıyla, Çarşamba günü başlamış olduğum ‘Merkez Bankası-Hazine’ ilişkileri yazı dizisine bugün ara veriyorum.

Bayramdan sonra fevkalade önemli bulduğum bu konuya devam edeceğim. Türk ekonomisi, nasıl bu kadar büyük borcun altına girdi, niçin devlet bütçesi bir borç ödeme bütçesi haline geldi sorularına cevap arayanların, bu yazı dizisinin tamamını okumalarını tavsiye ederim. İnşallah bir işe yarar.

* * *

Benim neslim ve çevrem, yani kabaca yaşı 50 ile 70 arasında olan kentsoylular, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ülkeye egemen olan láik düşüncenin ürünüdür. Ülkemizdeki insan manzaralarına şöyle bir göz atan herkes, yaşayan İslam’ın ‘kırsoyluların’ dini olduğunu derhal görür. Televizyonlarda konuşan ilahiyat hocalarının çoğu köylü lehçesiyle konuşmaktadır. Ayırımı anlamak için, Teşvikiye veya Şişli camilerinden kalkan cenazelerin, namazını kılanlarla, öğle namazını eda edip işine gücüne dönen cemaati kıyaslayın, yeter. Şunu hemen söyliyeyim ki; bu farklılık beni hem düşündürmüş hem de rahatsız etmiştir. Toplumsal konulara profesyonel düzeyde ilgi duyan bir kişi olarak, genelde din ve özelde İslamiyet hakkında çok bilgi edinmeye çalıştım. Çok ders çalıştım. Hatta kimliğimin bir parçası olan İslamiyeti yüceltmeyi, kendime bir vazife bildim. Yine de geldiğim noktada, muhtemelen gördüğüm láik eğitimin de etkisiyle, yaşayan İslami uygulamaların çoğuna ısınamadım. Bunlardan biri de kurban kesme geleneğidir. Eskiden çok kurban kestirtdim. Kimsesiz çocuklar yurduna yıllarca kurban bağışı yaptım. Ama, koyun, dana veya deveyi bir erkek olarak benim bizzat kesmenim bir ibadet olduğuna ve yolla Allah’ın rızasını kazanacağıma hiç inanmadım. Kendimi ne kadar zorlarsam zorlayayım, bu geleneği içim kaldırmıyor. Pek tabii, bir insanın ait olduğu dinin ve ulusun tüm değerlerini beğenmesi ve benimsemesi mümkün değil. Ben, yaşayan İslami töreleri bir türlü benimsiyemesem de kendimi hálá bir müslüman olarak tanımlıyorum. Buna da muhtacım.

* * *

Bana benzeyen láiklerin hál ve tavırları beni, yukarıda anlattığım meseleden daha fazla üzüyor. Maalesef ülkemin eğitimli insanları, kendini dinler ve milletler üstü gören ve her fırsatta milletini ve dinini hakir gören söylem ve eylem içindeler. Bu da hazin bir tablodur. Bu ülkede adam diye bilinmek için ‘Türkü, Türke ve İslamı, müslümana yermek’ şart haline gelmiştir. ‘Türkü, Türke övmek’ ve ‘Türke, Türk propagandası yapmak’ ne kadar yersizse; her gün her vesileyle ‘Türkü, Türke; İslamı müslümana yermek’ de o kadar hasta bir ruh halidir. Mutlaka değişmelidir.

* * *

Ülkemizin láik fikir önderlerinin duruşuna bir göz atın. Konu, Türk-Ermeni ilişkileriyse, mutlaka Ermeni’ler haklıdır. Konu Türk-Rumlar ilişkisiyse, haklı olan kesinlikle Rumlardır. Sorun, İslam-Hıristiyan sürtüşmesiyse, mutlaka Müslümanlar haksızdır. Ortada bir isyandan doğan ölümlü bir çatışma varsa, kesinlikle ölen isyancı haklı, Türk devleti suçludur. Türk film yapımcıları veya roman yazarları için Avrupa’da beğeni kazanmanın tek bir geçerli yolu vardır. O da kendi milletini ve devletini yerin dibine batırmaktır. Türklerin ne kadar kaba ve vahşi olduğunu Batı’lılara anlatıp da Batı’da alkış almayan edebiyatçı var mı ? Eh bir defa Batı’da beğenilmişse, kendisinin Türkiye’de baş tacı edilmesi vaciptir.

Son Söz: Milletini yeren, kendini batırır.
Yazarın Tüm Yazıları