BİRİNCİ Dünya Harbi sırasında, Osmanlı Devleti’nin güvenliği açısından zorunlu göçe, o zamanki değişiyle ‘tehcir’e tabi tutulan Ermeni vatandaşlarımızın uğradıkları can kayıpları meselesi, zamanla soğuyacağına, giderek ısınıyor.
Özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmeye çalıştığı bir devrede bu sorun, Kürt ve Kıbrıs meseleleriyle birlikte neredeyse yeni bir ‘vize’ maddesi haline geldi. Sorunun irdelemesine girmeden önce bir kelime düzeltmesi yapmak istiyorum. Batı dillerinden Türkçe’ye tercüme yapılırken, ‘tragedy’ kelimesi ‘trajedi’ olarak çevrilmektedir. Bu tamamen yanlıştır. O metinlerdeki ‘tragedy’ sözcüğünün Türkçesi, ‘fácia’ veya ‘feláket’ veya ‘korkunç olay’dır. Türkçe’de kullanılan trajedi, komedi veya dram gibi bir tiyatro terimidir. Pek tabii, orada da anlamı fáciadır. Lütfen, bundan sonra Ermeni tehçirinden bahsederken bu bir trajedidir değil, bir fáciadır diyelim. Diyelim de okuyanlar veya dinleyenler ne demek istediğimizi anlasın.
* * *
Ben, Ermeni meselesinde uzman sıfatıyla konuşma ehliyetine sahip değilim. Bundan sonra yazacaklarım, bir toplum gözlemcisi olarak, bu konuda okuduklarımdan ve dinlediklerimden aklımda ve vicdanımda kalan tortudan ibarettir. Ermeni tehciri gerçekten çok büyük bir felákettir. Bu öncelikle Ermeni vatandaşlarımız için böyledir. Ama, Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin (ki Osmanlı devrinde bu topraklardaki ülkenin adı Turkiya idi) vatandaşları olan bizler için de bir felakettir. Öyle bir felákettir ki, hálá bunun bedelini ödemekteyiz. Üstelik vicdanımız sızlamaktadır. Ermeni tehciri yapılmamış olsaydı, bugünün Türkiye’si nasıl olurdu? Farzedelim, hem Birinci Dünya Harbi hem İstiklál Harbi’miz aynı şekilde sonuçlanırdı. Peki Ermeniler, daha sonra yeni bir ‘bağımsızlık savaşı’ başlatmazlar mıydı? Sovyet Ermenistanı, SSCB’nin heyheyli devrinde mesela 1946’da Türk Ermenileri konusunda Türkiye’ye karşı nasıl bir tavır takınırdı? Büyük Ermenistan projesi gerçekleşmez miydi? O şartlar altında bugünün Güneydoğu/Kürt sorunu, hatta Irak’lı Kürtler meselesi nasıl bir içerik kazanırdı? Acaba Doğu ve Güneydoğu, iktisaden Türkiye’nin az gelişmiş bölgesi olmaya devam eder miydi? Pek tabii, bunları kestirmeye imkán yok.
* * *
Tarihçi Toyenbee’nin ‘Mavi Kitap’ını görmedim. Ama 1910’larda Van’da, İngiliz Konsolosluğunda kátip olan Toyenbee’nin İngiliz Dışişleri Bakanlığı için hazırladığı ‘Ermeni Tehciri’ (The Armenian Deportation) adlı ve ‘confidential’ damgalı raporu okudum. Ermeni meselesi, bir bakıma Hıristiyan Batı’nın ‘üstün kültür sahibi kavimler, aşağı kültür sahibi kavimleri yönetir’ ilkesine tek istisna teşkil eden Osmanlı Devleti’nde ‘Doğu Hıristiyanların Kurtarılması’ (The Relief of The Eastern Cristians) projesinin bir sonucudur. Bu amaçla önce Fransa’da daha sonra ABD’de 17 cemiyet kurulmuş ve ABD’deki cemiyetler ‘The Confederation for the Relief of Eastern Cristians Societies’ adlı bir konferasyon çatısı altında toplanmıştır. Bu ve benzeri örgütler, Anadolu’daki Hıristiyanları özellikle Ermenileri eğitmek ve onları kendi kendilerini yönetir hale getirmek için için yüzlerce okul açmıştır. Ermeniler, Osmanlı’nın bağımsızlık kazanmış diğer Hıristiyan milletleri gibi (doğal olarak) bir bağımsızlık mücadelesine girmiştir. Pek tabii, bu mücadele öncelikle Rus Ermenistanı’na yakın Doğu Anadolu’daki gizli örgütlerce yürütülmüştür. Maalesef, biraz da Almanların dolduruşuna gelen İttihatçılar, bu silahlı kalkışmayı kökünden kurutmak için tehcir denilen fáciaya sebep olmuştur. Olayın feláket yanı, bu tehcirde, kurudan fazla yaş yanmış olmasıdır.
Son Söz: Dünya siyasi tarihi, bir fácialar dizisidir.