BAŞTA Adalet Bakanımız olmak üzere hepimiz, Uzanlar'ın hayatına ait tabloları, bir bir gün ışığına çıktıkça, ağzımız açık hayretle izliyoruz.
Eğer TV dizileri için senaryo yazacak yeteneğim olsaydı, hiç durmaz Uzanlar'ın hikayesini yazardım. Hem de ‘‘32 kısım tekmili birden’’. Uzanlar'ın yaptıkları daha doğrusu yapabildikleri, sadece Uzanlar'ın değil, bu toplumun utanç veren dramıdır. Bir zamanlar Türkiye'nin üç tanrısı vardı. İnsanlar bunlardan korkar ve bunlara tapardı. Bu tanrılar İstanbul'da para, Ankara'da devlet, Adana'da kaba kuvvetti. İstanbul'da parası olanın, Ankara'da arkasını devlete dayayanın, Adana'da kaba kuvveti kullanabilenin, halledemeyeceği iş yoktu. Derken eski tanrıların fiyakasını bozan iki yeni tanrı zuhur etti. Medya ve banka. ‘‘Paran yoksa banka kur; tetikçin yoksa yoksa, medya tut’’ düsturu 1990'lara damgasını vurdu. Medyası ve bankası olanlar, hem İstanbul'un tanrısı paraya, hem Ankara'nın tanrısı devlete, hem de Adana'nın tanrısı kaba kuvvete kök söktürtmeye başladılar. Pek tabii, hem ekonominin hem de demokrasinin kanseri oldular. Bünyeyi için için kemirdiler. Para karşılığı nabza göre şerbet veren fetvacı profesörler tutup, hakimleri baskı altına aldılar. Laf cambazı olup, gözünü para bürümüş hırslı gazetecileri kalemşor olarak istihdam ettiler. Dokunulmaz hale geldiler. Parayla mürit yarattılar, siyasete atıldılar. Adeta ‘‘enel hakk’’ dediler.
* * *
Bu ahlaksız oluşum, herşeye rağmen sürebilirdi. Hatta filmin sonu ‘‘happy end’’ olabilirdi. Ama bunun için bir şart vardı. Hile ve hurda ile yapılan işlerin iktisadi olması lazımdı. Yani Uzanlar veya onlardan önce ortalığa dökülen bankalı veya bankasız şarlatan iş adamları, kárlı işletmeler kurup para kazanabilselerdi bu pisliklerin hiç biri su üstüne çıkmayacaktı. Topladığı mevduatı veya aldığı krediyi ödeyebilen bir iş adamına, ne kadar yamuk iş yapmış olursa olsun, kimse bir şey diyemez. Bugün bile, bu şirketlere el koymuş devlet ‘‘ödesinler borçlarını, bırakalım yakalarını’’ demiyor mu? Formül açık ve net: Getir parayı, götür bankanı veya şirketini. Ama olmuyor. Ortada bu bankaları veya şirketleri geri alacak para yok. Zulaya atılmış miktarlar, yanmış bitmiş kül olmuş meblağların yanında devede kulak kalıyor. Asla gerçekleşmeyecek geri ödeme protokolleri imzalanarak, millet uyutuluyor. Yaz tahtaya, al haftaya.
* * *
Kárlı iş kurmak ve sürdürmek, sanıldığından çok, ama çok zordur. İş hayatı, çeşitli tehlikelerle dolu sonsuz bir yürüyüştür. İdil veya gayriádil iç veya dış rekabet, kur dalgalanmaları, piyasa çökmeleri, mali krizler, artan maliyetler, düşen fiyatlar, sorumsuz sendikal hareketler, ürün ve üretim teknolojileri geliştiremeyip demode kalmak bir firmayı bekleyen tehditlerin belli başlılarıdır. Bütün bu ahval şerait altında dahi, iş adamının ve yanındaki yöneticilerin görevi şirketi kár ettirmektir. Yapamazsa, çekip gitmektir. Ama, bu ülkede kár ayıptır. Vay namussuz amma çok kár etmiş denilir; ama vay namussuz amma çok zarar etmiş denmez. Kafalar, kárlı çalışmanın, iş ahlakının esası olduğuna basmaz. Daha doğrusu kárlı yönetim, ne şarlatan iş adamlarının ne de onların şarlatan yöneticilerin ellinden gelmez. Nerede bilgisizlik ve beceriksizlik varsa, orada ayıcılık ve hilekálık çok olur. Çözümü meşru platformda yakalayamayanlar, gayri meşru alanlara kayar. Bu da hukuksuz ortamın doğal sonucudur.
Son Söz: Yalanda sınır yoktur; hilede çare tükenmez.