GEÇEN hafta başbakanımız Sayın Erdoğan, iş adamlarıyla geniş bir toplantı yaptı. Sektör temsilcileri kendisine ‘sorunlarını arz edip, çözüm önerilerini’ anlattılar.
Bu maraton toplantıdan sonra, Başbakanın yaptığı konuşmayı televizyondan izledim. Üzüldüm. Çünkü ‘yeni’ başbakan Erdoğan gitmiş, yerine Demirel veya Özal’ın ‘eski’ bir kopyası gelmişti. Hele hele ‘taş üstüne taş koyanın, başımızın üstünde yeri vardır’ gibi bir ifadesini duyunca, kendi kendime ‘gitti yine milyar dolarlar havaya’ dedim.
* * *
Kanal D Ana Haber bülteni, 2000 yılında ülkeyi ekonomik iflasın eşiğine getiren olayların gerisindeki nedenleri ortaya çıkarmak için Türkiye genelinde bir haber araştırması yapmış. Araştırmanın sonuçlarını da ‘Havaya Savrulan Trilyonlar’ başlığıyla bir dizi haline getirmiş. Bu yaşamsal konuyu ele aldıkları için, Kanal D yönetimini candan kutluyorum. Bu araştırmaya göre, başlamış ama bitirilmemiş veya bitirilmiş ama çalıştırmayan, daha doğrusu boş durması, çalışmasından evla olan, dolayısıyla ‘milli gelire’ hiç bir katkı yapmayan kamu yatırımlarına harcanan para 130 milyar dolara varmış. 1983 yılında yarım kalmış yatırım sayısı 93 iken, bu rakam 2003’te 5 bin 556’ya varmış. Birkaç yıl önce Güngör Uras da benzeri bir çalışma yapmış ve átıl duran kamu yatırımlarına harcanan parayı 100 milyar dolar olarak hesap etmişti. Bir noktaya dikkatizi çekmek istiyorum. Güngör Uras’ın hesaplama yönteminde, belli bir dönemde, bütçeden bu kabil yatırımlara ayrılan ve harcanan paralanın, o yılki ortalama kurdan dolar karşığı bulunmuş ve tutarlar alt alta yazılarak toplanmıştı. Aslında doğru olan, bu toplama ‘yatırım devresi finansman giderlerinin’ de eklenmesidir. Çünkü devlet, bu paraları, yurt içinden ve dışından borçlanarak sağlamıştır. Borçlara her yıl faiz (hem de ne faiz) ödenmiştir. Bugün altında ezildiğimiz kamu borçları da bu faizler yüzünden katlanarak büyümüştür. Denilebilir ki; eğer bu gayri iktisadi yatırımlar yapılmamış ve bu uğurda borçlanılmamış olsaydı, bugün Türkiye’nin kamu borcu sıfır olurdu. Evet, sıfır olurdu. O zaman da faiz dışı fazla da, bütçe açığı da sıfır olurdu. Evet, sıfır olurdu.
* * *
Bu ‘taş üzerine, taş koyanın; baş üstünde yeri olması’ tipik bir az gelişmiş ülke söylemidir. Pek tabii, taş üzerine taş koymak, yani yatırım yapıp, hem istihdam alanı açmak hem de milli geliri çoğaltmak kutsal bir uğraştır. Kapitalist sistemin doğru adı ‘serbet girişim’ ( free enterprise) sistemidir. Girişim, yürek ve bilek ister. Milli geliri düşük ülkeler, yeterli sermaye birikimi olmayanlar diye tarif edilir. Bu tarif, fakirliğin sebebini değil, sonucunu anlatır. Fakirlik,‘girişim noksanı’ndan doğar. Fakir milletlerin kaderini değiştirecek şey, o ülkelere sermaye girmesi değildir. (Lütfen aklınızadan petrol zenginliğini çıkartın). Önemli olan o milletlerin bağrından cesur, dürüst ve becerikli iş adamlarının çıkmasıdır. Ancak ve kocaman bir ancak. Devlete yani millete abanıp, iktisaden kár etmeyen yatırımlar yapmak, taş üzerine taş koymak değil, ülkenin kafasını taşla yarmaktır. Bu ziyankárlık kamu kesimiyle de sınırlı değildir. Son 20 yıl içinde, özel girişimciler tarafından batırılan 40 milyar doların gerisinde de ‘taş üzerine taş koymak’ efsanesi vardır. Batakçı iş adamlarına sorun; nerede ödünç aldığınız paralar diye ? Size, ‘taş üzerine taş koyduklarını’, yani yatırım yaptığını söyleyecektir. Olmaz olsun böyle yatırımlar.
Son Söz: Gayri iktisadi yatırımlarla, iktisadi kalkınma olmaz.