İMAR Bankası'nın gümlemesinden sonra, kamunun borçları daha da arttı. Çünkü devlet, kişi başına 50 milyar lira olan sigorta tavanını kaldırıp, bu bankaya yatmış tasarruf mevduatının tamamını ödemeyi üstlendi. (Vermemesi gereken bir söz verdi.)
Devlet, parayı nereden bulacak? Bütçe açık olduğuna göre, borçlanacak. Borcu da faizi ile birlikte halk ödeyecek. Teorik olarak, batan bankanın varlıkları nakte döndükçe, devlet verdiği bu paralarının bir kısmını kurtaracak. Peki ödenecek toplam ne? Rakam 500 milyon dolarla 5 milyar dolar arasında dolaşıyor. Geçen hafta da yazdığım gibi, ‘‘kayıtsız mevduat’’ diye bir şeye inanmıyorum. Burada müthiş bir sahtekarlık var. Devlet, isterseniz BDDK değin, tuzağa düştü. Çünkü bugüne kadar yapması gerekenleri yapmadı. Zannedilir ki; hiç bir şey yapmazsan, hiç bir şeyden sorumlu olmazssın. Halbuki sorumluluk kavramı, bir şeyler yapması gerekenlerin hiç bir şey yapmamasını da kapsar. Bu bankaların mevduat toplama lisansları bundan yıllar önce iptal edilmeliydi. Lisans iptal etmenin sorumluluğundan kaçıldı, milyarlarca dolar para ödemek sorumluluğuna düşüldü. Ama ortada suçlu yok. Hukuk bu mu? Yargıtay başkanından toplumu aydınlatmasını bekliyoruz.
* * *
Bankacılık, en rizikolu işlerden biridir. Hemen her ülkede, zaman zaman bankacılık krizleri çıkar. Bu krizlerin ceremesini öncelikle o bankalarda mevduatı olanlar çeker. Türkiye'deki gibi mevduatı olmayanlar değil. Bu uygulama da hukuka uygun herhalde. (Hukuk konusundaki cahaletim yazdığım her satırda nasıl da belli oluyor.) Başka ülkelerde de bankacılık krizleri yaşanması, Türkiye'de yaşanan bankacılık kepazeliklerini normal gördüğüm anlamına gelmez. Türkiye'de durum anormaldir. Çünkü:
1. Reel faizler dayanılmayacak kadar yüksektir.
2. Bankaların sahiplik yapısı ahlaki zafiyete açıktır.
3. Bankaların ve onların kredi müşterisi olan şirketlerin bilançoları ve kár / zarar hesaplarının hemen hepsi yanlıştır.
4. Bankaların denetimleri, işin esasına taalluk etmeyen usullere uygunluk kıstasında yapılır. Kaldı ki, bunlar dahi kaale alınmaz.
5. Siyasi iktidarlar, kamu bankalarını ‘‘milli gelirin yeniden dağıtım aracı’’ olarak görür ve böyle işletir.
6. Halkımız kárın ‘‘günah’’, zararın ‘‘sevap’’ olduğuna inanır. Halbuki; kapitalizm, yani doğal iktisadi düzen, bize bunun tam tersini söyler.
7. Türkiye'de kapitalist sistemin altyapısını oluşturan bir hukuk yoktur.
Şimdi gelelim ulusal ekonomiyi güçsüzleştiren bu sakatlığın tedavisine.
1. Reel faizlerin yüzde 7'ler düzeyine düşürülmesi, ekonominin bir numaralı hedefi ilan edilecektir.
2. Bankacılıkla, patronların kendini finanse etme devri kapanacaktır.
3. Zarar ettiği için sermaye yeterlilik rasyosu tutmayan bankaların, mevduat toplama lisansları iptal edilecektir. Zararlı bankaya sermaye şırınga etmek çare değildir.
4. Banka kára geçip, sermaye yapısını kuvvetlendirdikten sonra, lisans iade edilebilir.
5. Batan bankalarla birlikte, mevduat sahipleri de batacaktır.
Son Söz: Kaderi, yaptıkların değil, yapmadıkların belirler.