SIFIR büyüme (zero growth), yani ülkelerin milli gelirinin hiç artmaması, bundan 45 yıl önce çok tartışılan bir kavramdı.
‘Roma Kulübü’ diye adlandırılan bir düşünme topluluğu, sürekli milli gelir artışının dünyanın kısıtlı doğal kaynaklarını hızla tüketeceğini ve bu sürecin küresel sıkıntılara sebep olacağını iddia ediyordu. Çare olarak, özellikle zengin ülkelerin, bilinçli bir şekilde sonunda ‘sıfır büyüme’ye giden bir‘sürdürülebilir kalkınma’ stratejisi uygulamaları gerektiğini söylüyordu.
* * *
Son 10 yılda, zengin ülkelerin büyüme hızı düştü. Amerika Birleşik Devletleri hariç, zengin ülkelerin milli gelirleri yıllık nominal olarak % 2’den az artıyor. Bir zamanların hızlı kalkınma şampiyonu Japonya ise ‘eksi’ değerlerde dolaşıyor. Ne var ki Japonya’da enflasyon eksi olduğu için, reel olarak orada da Euro Bölgesi’ndekine benzer bir büyüme olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Hızlı kalkındığı söylenen ABD de yılda ancak % 3.5 dolayında büyüyor. Üstelik ABD’de enflasyon da geçen yıl %3 oldu. Avrupa’da nüfus artmadığı, hatta azaldığı için, düşük büyüme bu bölgede, kişi başına milli gelir rakamlarında bir azalmaya neden olmuyor. ABD ise göç alarak çoğalmaya devam ediyor. Kişi başına reel milli gelirini aynı düzeyde sürdürüyor. Japonya’da da, Avrupa Bölgesi’ne benzer bir gelişme var. Yani reel olarak sıfır büyümesine rağmen, kişi başına zenginlikleri azalmıyor. Üstelik bunların hepsi zengin.
* * *
Bu gelişmeler bana Roma Kulübü’nün öngörülerini hatırlattı. Gerçi sıfır büyüme teorisi çoktandır kimsenim adını anmadığı, hatta gençlerin hiç duymadığı bir kavram haline gelmişti. Ama iktisadi hayat, bilinçli bir planlama sonucu olmasa bile, zengin ülkelerede bir ‘sıfır büyüme’ olayı yarattı. Çok da iyi oldu. Eğer zengin ülkeler, yılda reel olarak % 5-6 büyümeye devam etselerdi, başta petrol fiyatlarında yaşanabilecek, (bügünlerdeki fiyatlara rahmet okutabilecek) vahşi artışlarla dünya ekonomisi yeni bir küresel krize girebilecekti. Bu kriz sebebiyle bizim de aralarında bulunduğumuz az gelişmiş ülkeler ve özellikle bizden fakirler, sefalete tam mahkûm olacaktı.
* * *
Avrupa ve Japon ekonomilerinde durgunluğun devam etmesi, nedense iktisat çevrelerinde ‘kötü’ bir şeymiş gibi anlatılıyor. Hatta, dünya iktisadi kalkınmasının ‘yükünü’ ABD ve Çin çekiyor gibi yorumlar okuyorum. Halbuki zengin ülkelerin düşük hızda, hatta sıfır büyümeleri, az gelişmiş ülkelerin çıkarınadır. Zenginlerin hızlı büyümesi, fakirlerin ihracat artışı yoluyla daha hızlı kalkınmalarına imkán sağlar şeklinde bir argüman ileri sürülebilir. Bu argümanın doğru bir yanı olduğu kuşkusuz. Esasen iktisatta, ileri sürülebilecek her tezin, hizmet etmesi düşünülen amaca hem yararı hem de zararı vardır. Hiçbir tez, tam doğru veya tam yanlıştır denemez. Benim değerlememe göre, fakir ülkelerin hızlı kalkınmaları için, zengin ülkelerin yavaş büyümeleri daha yararlıdır. Kalkınma, netice itibarıyla yatırım ve yatırım da ‘mali kaynak’ işidir. Zengin ülkeler yavaş büyürse, oralarda biriken fonlar nispeten düşük faizle (veya hasıla beklentisiyle) az gelişmiş ülkelere akar. Sermaye maliyetinin düşük olması, yatırım yapılan ülkede yaratılan katma değerin daha az bir kısmının yurtdışına transfer edilmesini sağlar. Bu da az gelişmiş ülkelerde yaratılan milli gelirin o ülke yurttaşları tarafından ‘harcanabilir’ kısmını artırır. Aksi takdirde, fakir ülkelerin kalkınması için çok bel bağlanan doğrudan yabancı yatırımlar da yeni bir ‘sömürü’ vasıtası haline gelebilir.
Son Söz: Şikayet ettiğin, şükretmen gereken şey olabilir.