UZUN süredir, ülkemizde ‘genel kabul görmüş’ iktisat doğrularının sakıncalarını anlatmaya çalışıyorum.
Bunun sebebi, genel kabul görmüş doğruların aslında yanlış olması değildir. Yanlışlık, bu kuralların varsayımlarını teşkil eden çevre şartların, yaşanan somut olayda mevcut olmamasıdır. Eğer mesele, sadece benim genel kabul görmüş doğruları ‘yanlış’ olarak nitelendirmem olsaydı, bunun bir kıymeti harbiyesi olmazdı. Sakınca, bu ‘doğruların’ ülke ekonomisine zarar vermesi ihtimalinin giderek artmasıdır. Aşağıda bu ‘doğru / yanlış’ların bir özetini bulacaksınız.
1. ‘Merkez Bankası’nın döviz rezervi biriktirmesi ve hatta bu rezervleri artırması ekonomimizin selameti açısından son derece gereklidir.’ İşte tipik bir yanlış. Aylar önce yazdığım bir yazıda, döviz rezevlerinin ciddi bir ‘ahlaki zafiyete’ (moral hazard) yol açtığını söylemiştim. Yabancı yatırımcılar için zımni bir ‘kur garantisi’ teşkil eden yüksek rezerv, sıcak para akışını hızlandırmaktadır. Sıcak para, döviz kurunun yükselmesini engelleyerek, enflasyonun düşmesine yardımcı olmakta, ama cari açığı da büyütmektedir. Bu da ‘devalüasyon tehlikesi’ yaratmaktadır. Bu tehlikeyi gören IMF, yatırımcılar telaşlanmasın diye, rezervlerinizi daha da artırın diye öğüt vermektedir. Bir yandan ‘dalgalı kur’ sistemi uygulandığını söyleyip, diğer yandan kurun yükselmesini engellemek için sıcak paracılara teminat vermek kadar büyük bir çelişki olamaz.
2. ‘Finanse edildiği sürece, cari açık sorun teşkil etmez.’ Alın size koca bir gaflet cümlesi. Bir ülke, önce cari açık verip, sonra bunun finansmanını bulmaz. Finansman bulunduğu için cari açık verilir. ‘Finanse edilmeyen cari açık’ diye bir nebat yoktur. Dış borç stoku olan bir ülkenin, cari döviz geliriyle karşılayamadığı her ithalat, ek borç yaratır. ‘Borç yaratmayan sermaye girişi’ deyimi, sermaye hareketlerini sınıflandırmaya yarayan bir terimdir. Sonuç değişmez. Finanse edilemeyen cari açık yoktur. Cari açık, her zaman bir sorundur.
3. ‘Hazine, iç borçlarından öncelikle dövizli olanları geri ödemelidir.’ Tamamen yanlış bir kamu finansmanı modeli. Hazine’nin borç yönetiminde izlemesi gereken iki stratejik hedef vardır. A) Vadeleri mümkün olduğu kadar uzatmak, B) Faizleri mümkün olduğu kadar düşürmek. Bu iki stratejiye en uygun borçlanma aracı, dövizli tahvil çıkarmaktır. Dövizli borçları öncelikle ödemenin gerekçesi, Hazine’yi ‘devalüasyon’ riskinden korumak olabilir. Dövizli iç borçlar öncelikle ödenmeli diyenlere soruyorum: Allah aşkına söyleyin. Yoksa bir devalüasyon mu bekliyorsunuz? Ya da enflasyonun patlayıp, TL’li tahvillerin anaparasının deve olmasını mı öngörüyorsunuz?
4. ‘Ülkeye yabancı sermaye gelmezse, yeterince hızlı büyüyemeyiz.’ Yanlış. Statik düşüncenin, bir iktisatçıyı düşüreceği en vahim yanılgı. Ülkeler, ancak kendi öz kaynaklarıyla büyür. Yeryüzünde yabancı sermaye ile kalkınmış tek ülke yoktur. Yabancı sermaye, üretim ve dağıtım maliyeti bakımından kendisi için uygun ülkelere, daha yüksek ‘ROI’ (Sermaye Getirisi) elde etmek için gider. O ülkeyi kalkındırmak için değil. Sürdürebilir kalkınma modelini uygulayabilen, yani ihracatı, ithalatından daha hızlı artan ülkelere, sürekli olarak önemli tutarlarda yabancı sermaye girer. Yabancı sermaye, öz kaynakla kalkınmanın cabasıdır.
Son Söz: Varsayımlar irdelenmeden, kural test edilemez.