Rekor büyüme

BİR ülkenin ekonomik performansı izlenirken bakılması gereken temel gösterge ‘büyüme’dir. Ekonominin istikrarlı olup olmadığına işaret eden esas gösterge de ‘reel faiz’ düzeyidir.

2004 yılında Türkiye’de birinci gösterge, % 9.9 gibi son derece yüksek bir değere ulaştı. Aynı büyüme hızı, daha düşük reel faizle gerçekleşmiş olsaydı, pek tabii tablo daha hayırlı olurdu. 2004 yılının büyüme hızı, ileri sürülebilecek tüm makul tenkitlere rağmen, su götürmez bir başarıdır. Bu sonucun elde elde edilmesinde kuşkusuz, hükümetin uyguladığı ‘sıkı maliye politikası’ etkin olmuştur. Merkez Bankası’nın da katkısı inkar edilemez. Sorumluları kutlarım.

* * *

Milli gelir ölçüleri, uzunluk, hacim veya ağırlık ölçüleri gibi yüksek güvenilirliğe sahip değildir. Yakın bir gelecekte milli gelir hesaplama yöntemi değişecek ve durduk yerde tekrar zenginleşeceğiz. Bu bakımdan % 9.9’luk büyüme hızını mutlak anlamda doğru kabul etmemek gerekir. Milli gelir muhasebesinde kullanılan, örneklemeye dayalı istatistik ölçme yöntemlerinin belli bir güvenilirlik derecesi vardır. Ayrıca, ölçülen büyüklüklerin hangi döneme ait olduğu da ayrı bir tatışma konusudur. Mesela, 2004 yılında, ‘Yurt İçi Milli Hasıla’ % 8.9 büyürken, ‘Gayri Safi Milli Hasıla’ % 9.9 büyümüştür. Bunun anlamı, yurt dışında çalışan kişi ve firmaların, ülkeye milli gelirin % 1.1 kadar faktör geliri (yani kár, faiz, kira ve ücret) katkısında bulunduğudur. Mutlak rakkam olarak bu, (net) 4.7 katrilyon eski TL veya 3.4 milyar dolara tekabül etmektedir. Acaba bu rakkam gerçekten Türk vatandaşlarının yurt dışından milli gelire yaptıkları katkı mıdır? Bunun bir kısmı ‘sermaye hareketi’ (sıcak para) olabilir mi? Bir an miktarın doğru olduğunu kabul etsek, acaba bu faktör gelirleri 2004 takvim yılı içinde mi kazanılmıştır? Yoksa bir kısmı eskiden kazanılmış, ama 2004 yılında mı Türkiye’ye yollanmıştır. Aynı sorular geçmiş yıllara ait ölçümlerle ilgili olarak da sorulabilir. Ancak ne denirse densin, 2004 yılında Türk ekonomisi rekor sevide büyümüştür. Bu gerçek değişmez. Üstelik bu büyüme, geçen iki yılın yüksek büyüme hızları üzerine gelen bir artıştır.

* * *

Elde edilen bu sonuç tombaladan çıkmadığına göre, bunun gerisindeki nedenleri bulmamız gerekir. Son yıllarda, ülkenin coğrafyası değişmemiştir. Yer altından petrol fışkırmamıştır. Ülkenin insanı aynı insandır. Değişen nedir ki, bu sonuç elde edilmiştir. Birinci değişim, Türkiye’ye dışarıdan ‘sermaye girmiştir’. Daha fazla sermaye, daha fazla milli gelir demektir. Üstelik bu sermaye, dünyada son kırk yıldır en düşük faiz hadlerinin geçerli olduğu bir devrede olmuştur. Yani ülkeye ucuz yabancı máli sermaye gelmiştir. Daha da önemlisi, bu sermaye girişi verimi düşük kamuya değil, verimi yüksek özel sektöre ve özellikle sanayi kesimine olmuştur. Dolayısıyla üretim artmıştır. Aynı şekilde, yurt içinde yaratılan sermaye de, verimi düşük kamuya değil, verimi yüksek özel sektöre doğru akmıştır. Bunu azalan kamu yatırım harcamalarından ve artan özel sektör yatırım malı ithalatından izleyebiliyoruz. Burada, ekonomide yaşanan ‘yapısal değişimi’ gözlemliyoruz. Milli gelirin rekor artışında en az bunun kadar etkili olan (ve çoğu zaman gözden kaçan) diğer husus, düşen döviz fiyatlarına rağmen %10 dolayında artmaya devam eden iç fiyatların işaret ettiği, ticaret sektörünün artan kárıdır. 2004 yılında Türkiye tam bir ithalatçı cenneti olmuştur. İthalata dayalı üretim ve ticaret yapan firmalar inanılmaz kárlar elde etmiştir. Nitekim milli geliri oluşturan kalemlerden ‘ithalat vergisi’ % 26.2 artışla birinci sırada, ticaret sektörü % 12.8 artışla ikinci sırada, % 9.4’le sanayi sektörü üçüncü sıradadır. Devlet hizmetleri sektörü, yıllık % 1,2 artışla sonuncudur.

Son Söz: Üzümü ye, bağını da sor.
Yazarın Tüm Yazıları