BİNLERCE yıl önce insanlar, doğada tek tek aileler veya kabileler halinde yaşamaya göre, toplum halinde yaşamanın, daha müreffeh bir hayat sağladığını idrak ettiler.
O gün bu gündündür, insanlar toplum halinde yaşamaktadır. Bu yaşam tarzıyla birlikte, ortaya hiç bitmeyen ‘‘birey-toplum'' çekişmesi çıkmıştır. Çünkü bireyin ‘‘en az enerji sarfederek’’ menfaatini azamiye çıkarması için, hem toplum içinde yaşaması, hem de toplumun koyduğu kurallara uymaması gerekir. Her kural ihlalinde kişisel bir kár, toplumsal bir zarar vardır. Ancak, toplumsal zarar, kişisel kárdan büyüktür. Bu yüzden, bireylerin kural dışı davranışları, günün sonunda toplumsal refahı azaltır. İktisat diliyle, kişinin bireysel geliri artarken, içinde yaşadığı toplumun ‘‘milli geliri’’ düşer. Halbuki kişi, birey olduğu kadar toplumun da üyesidir. Yani yaratılan milli gelirden otomatikman pay alır. Son tahlilde, kişilerin kuraları çiğneyerek şahsi çıkarlarını çoğatmaya çalışmaları,( milli gelir azalacağından) binilen dalı kesmeye benzer. Bu nedenle bireyin, çıkarımı kolluyorum diye kural çiğnemesine, ‘‘kendi kendine kötülük etmesine engel olmak amacıyla’’ izin vermemek gerekir.
* * *
Toplumsal yaşamı bilimsel olarak inceleyen bu düzenin kitabını yazan ilk uluslardan biri Yunanlılardır. Polis kelimesi, Yunanca'da ‘‘devlet’’ demektir. Polislik, kişinin, başka bireylere ve genelde topluma, yani dolaylı olarak kendine zarar vermesine engel olmaktır. Toplumların en büyük eserleri kurdukları ve işlettikleri devletlerdir. Devlet ise, her şeyden önce polisliktir. Polis iyiyse, devlet de iyi; kötüyse, devlet de kötüdür.
* * *
Trafik, yani yolcu ve yük taşıyan araçların ve yayaların kamuya ait kara yollarında bir yerden bir yere gitmelerinin düzenlenmesi, toplumsal bir meseledir. Tam bir devlet, yani polislik işidir. Trafik polisliğinin tek bir misyonu vardır. ‘‘Sürücülerin ve yayaların kurallara uymasını sağlamak.’’ Özellikle İstanbul gibi sıkışık metropollerde sürücülerin en sık işledikleri suç ‘‘park yasağını ihlál’’dir. Tekrar, tekrar yazıyorum. Şehir içi ulaşımda kıt kaynak ‘‘araç değil, yoldur.’’ Şehir içinde yol arzını arttırmanın en iktisadi yöntemi, yol kullanım verimliliğini arttırmaktır. Bu da ancak, park yasağıyla mümkündür. Londra, New York, Paris, Frankfurt, Tokyo nereye giderseniz gidin, en acımasızca uygulanan kural ‘‘park yasağı’’dır. Park edilmez, hatta durulmaz yerlere araç park etmek, topluma karşı işlenmiş bir suçtur. Halk düşmanlığıdır. Milli gelirin yüzde 60'ı hizmet sektöründe yaratılmaktadır. Başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerin hepsi birer ‘‘devasa hizmet üretim fabrikalarıdır’’. Şehirlerin yollarını tıkamak, insanın damarlarını tıkamak gibidir; önemli bir verimsizlik, yani fakirlik sebebidir. Hal böyle iken, İstanbul'da park yasağı pratik olarak kalkmıştır. Zaten ne polisler, ne de halk, hiç bir zaman trafik polisliğinin önemini ve anlamını anlamadı. Polislerin, toplum adına, bireyi denetlediğine kimse inanmadı. Polisler de denetimleri, kendi adlarına yaptıklarını sandılar. Bendeki izlenim, İstanbul'un trafik polislerinin, bencil, şımarık ve küstah sürücüler karşısında pes ettiğidir. Şimdi, herkes aracını dilediği yere, burası isterse otobüs durağı, isterse ikinci sıra olsun bırakıp gitmektedir. Yapılan tek iş dört yönlü flaşörleri yakmaktır. Vatandaş daha ne yapsın? Park yeri vardı da bırakmadı mı? Değil mi canım!
Son Söz: Toplumsal sorunların kaynağı, bireysel çözümlerdir.