ŞURASI muhakkak ki, Türkiye'de önemli şeyler oluyor. Türk ekonomik hayatına hákim olan batıl paradigmalar (inşallah) çöküyor.
Mesela, ‘‘bir banka yeteri kadar büyükse, ona kimse dokunamaz’’ veya ‘‘elinde gazete ve TV'si olan gruplar, ne yaparlarsa yapsın, sıyırır’’ ve en önemlisi ‘‘kára zarara bakma, alabildiğin kadar borç al, işleri sürekli büyüt, o zaman bütün siyasiler arkandadır’’ ya da ‘‘istediğin kadar para batırabilirsin, yeter ki işletmeler kur, adam çalıştır, ihracat yap, o zaman İcra İflas Kurulu sana tatbik edilemez’’.
Üç gündür, Pamukbank'ın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) alınması, Yapı Kredi Bankası'nın yönetiminin TMSF'ye, yani Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'na (BDDK) geçmesi konusunda birçok haber ve yorum yayınlandı. Bunların çoğu dedikodu esaslı magazin yazılarıydı. Kendilerince işin içyüzünü veya olayın perde arkasını anlatıyordu. Bu kabil beşeri yazıları ben de merakla okuyorum doğrusu. Ama bunlar insanın, olayların ‘‘neden’’ini anlamasına yardımcı olmaz. Hatta dikkatleri ‘‘kişisel ve ilişkiler’’ üzerine çekerek, ekonominin doğal yasalarının idrakini güçleştirir. O zaman da bu topraklarda yaşayanların ‘‘başı beladan, ülkesi yoksulluktan’’ kurtulamaz. Toparlamaya çalışayım.
1. Reel olmayan sektör yani bankacılık, reel sektörün aynasıdır. Bankacılık sektöründe gözlemlediğimiz deprem, aslında reel sektörde oluşan gerçek depremin aynadaki yansımasıdır.
2. Serbest pazar ekonomisinin temel yasası, ‘‘sermayenin hasılasının, sermayenin maliyetinden büyük olması’’ şartıdır. Buna işletme ekonomisinde ‘‘ekonomik kár’’ denir. Ekonomik kár, muhasebe kárından, özkaynak maliyetinin düşülmesiyle bulunur.
3. Ekonomik kár yaratmayan işletmeler, ne kadar kişi istihdam ederse etsin, ne kadar üretim yaparsa yapsın, ne kadar döviz kazanırsa kazansın, ‘‘güçlü ekonomiye geçişe’’ destek değil, köstek olur.
4. Bankacılığın temel görevi, mevduat sahiplerinin menfaatini korumaktır. Bankalar bu şarta halel getirebilecek hiçbir girişimde bulunamaz.
5. Kredi kullanan işadamlarının, banka sahibi olması ‘‘ahlaki zafiyet’’ (moral hazard) yaratır. Yani banka sahipleri ister istemez ahlaksızlaşır. Çünkü, kredi müşterisi, eğer kredi aldığı bankaya da hákimse, banka yönetimi para batıran sanayi şirketinin üzerine gidemez. Gitmedikçe de batan para, yani ‘‘deve’’ olan mevduat (halkın emaneti) artar.
6. Bankacılıkta sınırsız devlet garantisi, bir diğer ‘‘ahlaki zafiyet’’ kaynağıdır. Eğer halk, nasıl olsa devlet batan bankadaki mevduatımı son kuruşuna kadar bana ödeyecek diyorsa, iyi yönetilen güvenli bankaya değil, yüksek faiz veren güvensiz bankaya parasını yatırır. Sonuçta, kötü bankacılık, iyi bankacılığı sektörden kovar.
SON SÖZ: Aynası kárdır işadamlığının, görünür rütbe-i aklı, batan bankalarda.