Nasıl zengin oluruz? (II)

‘‘TÜRKİYE'nin AB Üyeliği, Yabancı Yatırımlar ve Ekonomik Büyüme’’ başlıklı ve Asaf Savaş Akat imzalı raporu irdelemeye devam ediyorum.

Profesör Akat ve raporun hazırlanmasında katkısı olan arkadaşları ‘‘Türkiye'nin fakirlik kısırdöngüsünden çıkması için, yabancı sermayeye ihtiyacı var. Bu olmazsa olmaz. Yabancı sermayeyi Türkiye'ye çekecek en etkili tedbir de Türkiye'nin AB'ye girmesidir’’ diyorlar. Raporda, 1996'da başlayan Gümrük Birliği üyeliğinden Türkiye'nin bugüne kadar kárlı çıktığı ifadesine yer verilmiş. Hatta bu ifade, sonuç sayfasının ilk satırına oturtulmuş. Adeta; madem ki Gümrük Birliği iyi olmuştur, AB de iyi olacaktır gibi kıyasa gidilmiş. Halbuki Gümrük Birliği, Türkiye-AB ülkeleri arasındaki dış ticaret açıkların (görünmez kalemler tabii ki hariç) Türkiye aleyhine büyümesi sonucunu doğurmuş bulunuyor. AB karşıtı tez sahipleri de, aynı mantık kıyasını kullanarak ‘‘Gümrük Birliği'nde Türkiye ütülmüştür; AB'de de ütülecektir’’ diyebilir.

Bu noktaya açıklık getirmek istiyorum. Dış ticaret açığı mutlaka kötü bir şey değildir. Pek tabii Türkiye'nin bundan sonra büyümeyi sürdürebilmesi için, ihracatını artırması şarttır. Büyümenin motoru ihracat olmaya mecburdur. Bu bağlamda Türkiye, Gümrük Birliği'nden umduğunu bulamamıştır denebilir. Türkiye, daha fazla ithalat yapmak için, daha fazla ihracat yapacaktır. Yapılan ithalat, hem iç talebe hem de ihracatın ihtiyacına cevap verecektir. Pek tabii cari işlem dengesini, daha fazla turizm geliri yaratarak da kurabiliriz. Ancak görünür ihracat kalemlerinin büyümesi, daha sağlıklı bir ekonomik yapı oluşturur. Şimdi Gümrük Birliği ile olan dış ticaret açıkları meselesine geri dönelim. Burada kabahat, Gümrük Birliği'ne girmemizde değil, sıcak para politikası izleyerek döviz fiyatlarını baskı altında tutmamızdadır. Sebebi başka yerde aramayalım.

* * *

Türk ekonomisinin iki kök sorunu vardır. 1. Döviz fiyatları şu veya bu sebeple daima düşük tutulur, 2. Reel faizler, şu veya bu sebeple daima yüksek tutulur. Türk ekonomisinin iflah olması, yani halkın zenginleşmesi için, ‘‘dövizin pahalı, faizin ucuz olması’’ şarttır. Eğer AB'ye giriş bu iki şartı sağlayacaksa, ben de fakirlikten kurtulacağımıza imzamı basarım. Akat raporunda bu husus vurgulanmamıştır. Kalkınma meselesi ‘‘Türkiye'ye yabancı sermaye girişi’’ parametresine bağlanmıştır. Hiç kimse, bilhassa teknolojiyle birlikte gelecek doğrudan yabancı sermaye girişlerinin, ekonomiyi ne kadar iyi etkileyeceğini inkár edemez. İyidir, çünkü sermaye girişi, yaratacağı ‘‘talep’’ yanında, sermaye arzını artıracağı için, sermaye maliyeti düşecektir. Üstelik yabancı sermayeli şirketleri, yabancı bankalar kredilendireceği için kredi faizleri de aşağı gidecektir. Bütün bunlar iyidir. Yine de dikkatlerin ‘‘yüksek faiz-düşük döviz’’ belasından uzaklaşıp, yabancı sermaye gelse de kurtulsak fikrine kaymasından kaygu duyuyorum. Bunca felaketten sonra, bugün bile ‘‘reel faizlerin bir süre daha yüksek seyretmesine katlanmak mecburiyetindeyiz’’ diyenler var. Bu gaflet sürerse, yabancı sermaye girişi dahi ‘‘aranan kan’’ olamaz.

SON SÖZ: Yüksek reel faiz, ekonominin kanseridir.
Yazarın Tüm Yazıları