Mütareke münevveri

UZUN bir çöküş dönemi yaşayan Osmanlı Devleti, Almanların ardı sıra sürüklenerek girdiği I. Dünya Harbi’nde yenildi ve bitti.

Ekim 1919’da galip devletlerle Mondros’ta bir ‘mütareke’ yani ateşkes anlaşması imzalandı. Bundan hemen sonra düşman, İstanbul’u işgal etti. Bu tarihten, İngiliz Donanması’nın İstanbul’u terk ettiği 2 Ekim 1923’e kadar geçen devreye ‘mütareke yılları’ denir. Bu, bir grup münevverin (aydının) ‘Türkler, kendi kendini yönetemez; acaba hangi büyük devletin bu ülkeyi idaresi daha iyi olur’ sorusuna cevap aradığı dönemdir. 1923’ten, 1938’e, yani Atatürk ölünceye kadar, bu tiplerin sesi pek fazla çıkmamıştır. Ancak II. Dünya Harbinden sonra ve özellikle 1960-1980 arasında ‘mütareke münevveri’ türüne benzer bir ‘solcu aydın’ tipi zuhur etmiştir. Bunlara göre Türkiye, sosyalist blokun bir parçası olmadan adam olmayacaktı. Nitekim, bu mezhebin ‘imám-ı ázámı’ olan bir şair, devrimci eylemini, patron ülkenin emrine girecek kadar ileri götürmüştür. Son yıllarda da ‘yabancılar sopa çekmezse, bu millet adam olmaz’ fikrini benimsemiş postmodern mütareke münevverleri peydah oldu. Bunlar AB aşkıyla, her şeye ‘evet’ dedi. Avrupa’daki son ‘hayır’lardan sonra, şimdilerde ayakları suya erdi. (mi?)

*

1920’lerin mütareke münevverleri, 1960’ların devrimcileri veya günümüzün AB karasevdalıları, kendi rahatları için mi ‘teslimiyetçiliği’ benimsediler? Asla. Onlar da karşı fikirde olanlar kadar bu ülkenin ve bu ulusun iyiliğini istediler. Ama bu iyi niyetleri, yanılmış olmaları gerçeğini değiştirmiyor. İşin esası şudur: Hiç bir ulus, başka ulusların zoruyla veya atıfetiyle adam olmaz. Her ulus, kendi ceht ve gayretiyle, hakkettiği hayatı elde eder. Bunun da yolu, o ulusun kendi kendini yüceltmesidir. Bu yücelme sürecin olmazsa olmaz şartı da ‘kendine güven’ dir. Şunu kabul etmek gerekir ki; fikir önderleri olmayan halklar; ülküsüz, ufuksuz, yolunu kaybetmiş, insanlık ödevini bilmeyen kaba insan yığınları olarak yaşar. Böyle bir kitleyi, ülküsü belli, ufku geniş, yürüyeceği yolu tanımlamış dev bir görevlililer ordusu haline getirmek siyasi liderlik ister. Siyasi liderlik, diktatörlük taslamak değil, önder insanların ortaya çıkmasına uygun ortam hazırlamaktır. Ulusça yücelmek için, binlerce öndere ihtiyaç vardır. Bunlar da, milletini hakir gören ve ona güvenmeyen mütareke münevverleri benzerlerinden değil, bilgili ve becerikli aydınlanmış insanlar arasından çıkar. Yabancılara yaranmak için çırpınan aydınları tarafından sürekli suçlanan ve aşağılan bir toplum, aydınların gösterdiği yoldan gitmek yerine, öfkeye kapılıp tersini tercih edebilir. Aydınların, ulusa yapacağı en büyük kötülük, toplumun kendine olan saygı ve güvenini kaybetmesine sebep olmaktır.

Son Söz: Sürekli suçlanan, suça itilir.
Yazarın Tüm Yazıları