OSMANLI İmparatorluğu (yani Türkiye), I. Dünya Harbini kaybettikten sonra bir ‘‘Mütareke’’ (silah bırakışması) dönemi yaşamıştır.
Yaklaşık üç yıl süren bu devrede, İstanbul'da yayınlanan gazetelerin köşe yazarlarının ezici çoğunluğu, karşı karşıya kalınılan, başta iktisadi olmak üzere bütün meselelerin ‘‘çözüm’’ünü Türkiye'nin yabancı bir ülkenin yönetimine (mandasına) girmesinde görmüştür. Bunlar, o devrin en önde gelen okumuşlarıdır. Bu kişiler asla vatana ihanet etmek için bir söyleme veya eyleme kalkışmış da değildir. Aksine, hepsi vatansever insanlardır. Tek isdedikleri, ülkenin içine düştüğü çıkmazlardan kurtulmasıdır. Buldukları çözüme o kadar inanmışlardır ki; Atatürk'e mektuplar yazıp, onu da eldeki ‘‘tek’’ çözümün bu olduğuna ikna etmeye çalışmışlardır.
* * *
Bu çözümün adı ‘‘Beni benden kurtar’’dır. Ana fikri de şudur: Biz, kendi kendimizi yöneterek gelişmiş bir ülke haline gelemeyiz. Bizi ancak, bizden medeni bir millet yönetirse adam olabiliriz. Çünkü medeni ülkeler, hem akıllı, hem de zengindir. Onlar bize, hem kamu düzeni getirir, hem de para verir. Böylece bütün meselelerimiz çözüme kavuşur. Buna karşılık biz de, onların sözünü dinler, hır çıkarmaz ve dünyanın başına bela olmayız. Dolayısıyla bu çözüm, hem onların, hem de bizim lehimizedir.
Kıbrıs meselesinde rağbet bulan ‘‘çözüm’’ün anafikri de budur. Çarşamba günkü yazımda, (önemli iki satır atlanmış olarak yayınlandı, ama ne dediğim herhalde anlaşıldı) bu hususu özellikle vurguladım. Türkiye Avrupa Birliği'ne girmek için yanıp tutuşmaktadır. Aynı ateş, Kıbrıslı Türklerin yüreğine de fazlasıyla düşmüş durumda. Tabii, Batılılar için de Kıbrıs'ta Yunan tezini dayatmak için bundan daha iyi fırsat olamaz.
* * *
Son günlerde büyük gazetelerin ve TV kanallarının yazar ve yorumcularını okuyup dinledikçe, ‘‘mütareke basını’’nı daha iyi anlamaya hatta haklı görmeye başladım. Demek ki, sosyal hayatta da bir determinizm var. Yani, belli sebepler, belli şartlar altında, belli sonuçları doğuruyor. Maalesef, Türkiye son 20-30 yıldır süregiden ‘‘İktisadi Cihan Harbi’’nin galipleri arasında yer almıyor. Bu yenilginin sorumlusu ‘‘okumuşlar’’, bu yüzden derin bir suçluluk kompleksine girmiş durumda. Okumuşlarımız, bu kompleksten kurtulmak için bir çıkış yolu, özellikle iktisadi kalkınma davamıza bir ‘‘çözüm’’ arıyor. Bunu da Avrupa Birliği'ne girmekte görüyor. AB'ye giriş paketinin bir parçası da Kıbrıs'ta Annan Planı'nın uygulanması. Böylece hem Kıbrıslılar hem de anavatan Türkleri fakirlikten kurtulacak, ülkeye dirlik ve düzen gelecek. Bundan iyi ne olabilir?
* * *
‘‘Beni, benden kurtar; ben de senin başına bela olmayım’’ Türkiye içinde de genel kabul görmüş bir ‘‘çözüm’’ formülüdür. Türkiye'nin çeşitli il ve ilçelerinde röportaj yapan popülist gazetecilerin devamlı işledikleri tez ‘‘o yöreyi, o yöre halkının kurtaramayacağı, dolayısıyla Ankara'nın onlara sahip çıkması’’nın şart olduğudur. Tabii iş, Türkiye geneline gelince de Türkiye'yi ancak AB'nin kurtarabileceği tezi ortaya çıkmaktadır. Emekli bir büyükelçi ‘‘Türkiye her yıl 700 bin insanına iş bulmak mecburiyetindedir; Kıbrıs'da çözüme (yani Annan Planına) karşı çıkanlar, bunu hesaba katmalıdır’’ diyor. Sıkıysa, Annan Planı'na karşı çık şimdi !