GEÇEN hafta içinde, Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ‘‘2002 Hane Halkı Bütçe Anketi Gelir Dağılımı Sonuçları’’nı açıkladı.
DİE tarafından derlenen bilgilere göre, 1994 yılına kıyasla, 2002 yılında milli gelir dağılımı daha ‘‘eşitlikçi’’ veya ‘‘adil’’ hale gelmiş. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, 1994'te en yüksek gelir grubunun yıllık geliri, en düşük gelir grubunun yıllık gelirinden 11,2 kat fazla iken, bu oran 2002'de 9,5 kata inmiş. Ayrıca orta gelir gruplarının hepsinde de en üst gelir grubuna doğru bir yakınlaşma var. Milli gelir dağılımının eşitlikçi hale gelmesi, ekonomi politikalarının temel hedeflerinden biridir. Bu açıdan elde edilen bulgular sevindiricidir. İktisadi ölçümlemeler, kaba hesaplardır. Esasen iktisatta tek bir tarih itibarıyla bulunan nokta değerler fazla güvenilir değildir. Önemli olan eğilimi saptamaktır. Sadece bu son anket değil, eldeki tüm bilgiler, milli gelir dağılımında bir düzelme olduğunu göstermektedir. Geçen yıl, ‘‘VERİ-SGT’’ araştırma şirketi de yayınladığı bir raporda, ayni eğilimi bulmuş ve raporunu iktisat yorumcularına yollamıştı. Hatta DİE'ye göre, en üst gelir grubu 1994'te milli gelirden yüzde 57,2 pay almışken, onların saptamasına göre bu oran, 2002'de yüzde 45,4'de düşmüştü. En alt gelir grubunun payı ise aynı devrede yüzde 4,8'den yüzde 6,5 a çıkmıştı. Yani tüm bulgular, gelir dağılımın düzeldiğini teyit ediyor. Ekonomide ‘‘neler’’ olduğunu saptamaktan daha önemli olan, ‘‘niçin’’ olduğunu açıklayabilmektir. Zaten bilimin de amacı ‘‘sebep-sonuç’’ ilişkisini çözmektir. Artık bu düzelmenin nedenleri üzerinde kafa yormanın zamanı geldi. Çünkü, ancak sebebi bilirsek, sonucu kontrol altına alabiliriz.
* * *
Ben bugünkü yazımda, gelir dağılımı ile servet dağılımı arasındaki özel bir meseleye temas etmek istiyorum. Bunun için de bir hikaye anlatacağım. Bir köyde iki ailenin yaşadığını varsayalım. Bu ailelerden birinin yıllık geliri 3 milyar, diğerinin geliri ise 1 milyar lira. O yıl içinde 1 milyar geliri olan aile, geçim sıkıntısı çektiğini söyleyerek, 3 milyar lira geliri olan aileden 1 milyar lira borç alıyor. Bu sayede her iki ailenin ‘‘kullanılabilir’’ geliri 2'şer milyar lira oluyor. DİE'nin anketçileri bu köye gelse, yapacakları tespit budur. Bu borçlanmanın 10 yıl devam ettiğini düşünün. Yani her yıl geliri düşük aile, geliri yüksek aileden 1 milyar lira borç alarak yaşamını sürdürüyor. Bunun sonucunda geliri yüksek ailenin, geliri düşük aileden 10 milyar lira alacağı oluşuyor. (Dikkat ederseniz hiç faiz hesap etmedim.) Yani, gelir dağılımı eşitlenirken, servet dağılımı değişiyor. Yani alacaklı aile zenginleşirken, borçlu aile fakirleşiyor. Ama ikisi de 10 yıl boyunca ‘‘eşit’’ kullanılabilir gelire sahip oluyor. On birinci yıl, zengin aile artık borç vermeyeceğim, ayrıca alacağımı da yılda yarım milyar lira olarak geri almak istiyorum diyor. Fakir de, borcunu inkar etmeyerek buna razı oluyor. Bu anlaşma sonunda, o yıl zengin ailenin ‘‘kullanılabilir’’ geliri 3,5 milyar liraya çıkarken; fakir ailenin ‘‘kullanılabilir’’ geliri 0,5 milyar liraya düşüyor. Yani on yıldır aralarında ‘‘kullanılabilir’’ gelir farkı olmayan iki ailenin gelir farkı bir anda 7 misli açılıyor.
* * *
Bu hikáyeden sonra, Türkiye'nin iç borçlar meselesini tekrar düşünün. Meşhur ‘‘faiz dışı fazla’’nın, devlet tahviline sahip olan ve olmayan vatandaşlar arasında nasıl bir gelir farkı yaratacağını hesap edin.