İNATLA sürdürülen. "yüksek faiz-düşük kur" politikasını irdelemeye devam ediyorum. Bu yazıları "ekonomide mucizeler yaratıldı" diye zafer gösterilerinin yapıldığı ve kimsenin burnundan kıl aldırmadığı günlerde yazıyorum.
Bence, eleştirinin tam sırasıdır. Nasıl olsa kimse takmaz.
* * *
TL'ye yüksek faiz vermek "sıcak para" için davetiye çıkarmaktır. Bir ülke, eğer İsviçre veya ABD gibi "servetin güvenli limanı" olmadığı halde, tasarruf çekebiliyorsa, o ülkede faizler yüksek demektir. Böylece o ülke, sermaye hareketlerinde fazla verdiği için, cari işlemlerde açık verecektir. Genel kabul görmüş yanlış, olayın tersi sırada cereyan ettiğini sanmaktır. Hiç bir kişi veya firma veya ülke, borç almadan (veya rezervden yemeden) "kazandığından fazlasını harcayamaz". Bu cebirsel bir ilişkidir. Ülkeye cari harcamalar için talep edilenden çok giren döviz (nam-ı diğer sıcak para) döviz piyasasında "arz fazlası" yaratır. Arzı artan dövizin fiyatı düşer. Bir yandan artan para arzıyla canlanan iç talep, diğer yandan düşen döviz fiyatıyla ucuzlayan yabancı mallar, ithalatın, ihracattan hızlı artması sonucunu doğurur. Yani cari açık büyür. Cari açık büyüdükçe, dışarıdan borçlanmak için faizlerin yüksek tutulması zorunlu olur. Yüksek faizler, hazinenin borçlanma maliyetini arttırır. Borç maliyeti arttıkça ‘bütçe açığı’ ortaya çıkar. Bir yandan "dış açık" diğer yandan "iç açık" büyüyorsa, ülkenin kredi notu düşer. Bu da borç verenlerin asabını bozar. Onlar da talep ettikleri "risk primi"ni yükseltir. Bazan yüksek risk primi de kesmez, kriz kaçınılmaz olur. Ondan sonra gelsin yeni IMF kredisi ve sürdürülmesi siyaseten çok zor olan fahiş "faiz dışı fazla".
* * *
Faiz denince akla önce Merkez Bankası (MB) tarafından saptanan kısa vadeli faizler, sonra da tahvil ve bono piyasalarında oluşan daha uzun vadeli faizler gelir. MB’nin kısa vadeli faizleri düşürmesi, tasarrufların uzun vadeye kaymasına sebep olur. Bu da normal olarak uzun vadeli faizlerin düşmesi sonucunu doğurur. Ancak bunun olması için, ortada uzun vadeli ödünç kontratı yapılacak bir para birimi olması gerekir. Genel kabul görmüş diğer çok önemli bir yanlışa göre, "bir devlet, mutlaka (veya mümkün mertebe) kendi parasıyla borçlanmaldır". Halbuki Türkiye gibi, döviz fiyatı bastırıldığı için devalüasyon beklentisi süren ülkelerde, Hazine "ulusal" parayla uzun vadeli borçlanamaz. Ulusal parayla ve yüksek faizle borçlanır. Bu da bütçe de anormal bir faiz gideri kalemi doğurur.
* * *
NE YAPILMALI: 1. Sermaye hareketleri serbest, halkının tasarruflarının yarısından fazlası dövize bağlanmış çok para birimli bir ülkede Hazine, borçlanma maliyetini düşürmek için "mümkün mertebe" dövizle borçlanmalıdır. 2. Bunun için devletin döviz geliri olması gerekmez. Ülkenin cari fazla verecek kadar döviz geliri olması yeter de artar. 3. MB, TL kotasyon faizlerini düşürererek tasarrufları uzun vadeye ve dövize yönlendirmelidir. 4. MB, cari işlem fazlasından kaynaklanmadıkça, borçlanarak rezerv yaratmamalıdır. Yüksek rezerv, açık pozisyona davetiye çıkarmaktır. 5. Amaç, sıcak parayı caydırmaktır. (Şimdilik bitti.)
Son Söz:Devalüasyon, cari işlem fazlası olan ülkede olmaz.
NOT: Çarşamba günkü yazımda yüksek faiz düşük kur politikasının üçüncü sakıncası dizgi hatası sonucu yer almamıştır. Bu madde 'yurtiçinden, yurtdışına sermaye transfer edilmiştir' şeklinde olacaktı. E.C.