TÜRBAN meselesi, inşallah bu ülkenin başına bir çorap örmez. Bu mesele türbanın, bireysel özgürlüğün bir parçası olarak ‘kamusal alanda’ (İngilizcesi Public Domain) serbest olup olmamasıyla sınırlı değildir.
Eğer konu yalnız bir ‘bireysel özgürlük’ veya ‘insan hakkı’ sorunu olsaydı, özgürlük ve insan hakları şampiyonları Fransa, Almanya ve bilhassa İngiltere’de okullarda ve devlet dairelerinde türban takmak, yargı tarafından yasaklanacak kerteye kadar gitmezdi. Demek ki, Müslüman kadınların başlarını, türban denilen özel bir biçimde örtmeleri, oralarda da sakıncalı bir ‘siyasi’ bir tavır olarak değerlendiriliyor. Türkiye için bu konu, Avrupa’ya nazaran çok daha önemlidir. Çünkü Türkiye’de Müslüman bir ülkedir ve halkı genelde, türbanın (tesettürün) bir Tanrı buyruğu olduğu kabul etmektedir. Ben, tam bu noktada bir irdeleme yapmak istiyorum.
* * *
Acaba Tanrı, kadınlar Müslüman kadınlar veya Hıristiyan rahibeler veya Sigh erkekler için türban, peçe, çarşaf, cüppe, sarık, takke, entari, şalvar pantolon veya bir başka örtünme veya giyinme eşyasını kullanmayı veya baston, ásá veya tespih gibi bir aksesuar taşımayı emretmiş olabilir mi? Daha açık değişiyle, evrenin yaratıcısı, yeryüzüne zaman ve mekán ne olursa olsun değişmeyecek bir ‘kılık kıyafet yönetmeliği’ yollamış olabilir mi? Şimdi denecek ki, Kuran’ın Nur ve Ahsab surelerinde bununla ilgili açık ayetler var. Kuran da Allah’ın kelamı olduğuna göre, bunlar da tanrısal bir buyruktur. Ben öyle düşünmüyorum. Açıklayayım.
* * *
Din, çok önemlidir. Bu nedenle, her şeyden daha önce ‘bilimsel’ yöntemle öğrenilmelidir. Bilim ise, nedenselliği çözmek demektir. Yani ortada bir sonuç varsa, mutlaka bunun bir sebebi vardır. Bir başka deyişle, ortada bir sebep varsa, mutlaka bunun bir sonucu olacaktır. Pek tabii, evrendeki tüm oluşumları kavramaya insanın idraki yetmez. O kadar çok sebep ve o kadar çok sonuç içiçe girmiştir ki, böyle bir ortamda sebeplerle, sonuçları ayrı ayrı tanımlayıp, sonra da bunları ölçüp biçip aralarındaki ilişkinin denklemini yazmak zordur. Bu yüksek ilim sahiplerinin, dar alanlarda becerebileceği bir iştir. Burada zor olan ‘tecrit’tir. Tecrit etmeden, yani sebebi ve sonucu maddi görüntüsünden soyutlamadan, ilişkinin esası kavranamaz. Kuran da bu yöntemle okunmalıdır. Metinleri birer denklem gibi çözmek gerekecektir. Yani her bir ayetin ‘bağımsız değişkeni’ ve ‘bağımlı değişkeni’ bulup çıkarmak gerekir. Kuranı lafsıyla okuyanlar, ilgili ayette anlaşılmayacak bir şey yok diyebilirler. Acaba? Mesela örtünme konusunda, daha örtülecek şeyin ‘ziynet’ mi, ‘ziynet yeri’ mi olduğuna karar verilemediğini görüyoruz. Zıynet bir takıdır. Bedenin bir parçası değildir. Sıkışınca ‘saç’ kadının zıynetidir, tek bir teli gözükmemelidir denip kutsal metinde değişiklik yapılmaktadır. Yani Tanrı saç demesini bilmiyormuş da onun için mi ‘ziynet’ demiş? Hakeza, başörtüsünün iç mekan giysisi mi, sokak giysisi mi olduğununda bile bir ittifak yoktur. Bu tartışmaya girmeye ne ehliyetim ne de niyetim var. Sadece ulemanın yazdıklarını aktarıyorum. Kutsal metinlerde geçen tanımlar sadece birer ‘mesel’dir. Bu metinleri anlamak ve ona uygun bir hayat tarzı izlemek için, ayetlerin iniş ‘neden’ini ve varmak istediği ‘sonuç’u anlamak şartır. Ancak bu yöntemle, Tanrı’nın insanlığa gösterdiği ‘doğru yol’ bulunabilir.