HAFTA sonunu, biraz ziyaret biraz ticaret Kıbrıs’ta geçirdim. İlk gözüme çarpan değişiklik Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ibaresinin yerini usulca “Kuzey Kıbrıs”a bırakması oldu.
Tabii, devletin resmi adı değişmiş filan değil. Ama “halkla ilişkiler” açısından KKTC’nin yeni markası “Kuzey Kıbrıs” olmuş. Çok da iyi olmuş. İnanmayacaksınız, ama yıllar önce buna benzer bir öneriyi Kıbrıslılara ben yapmıştım. Benim teklifim “Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti” şeklinde idi. Çünkü ibareye “Türk” kelimesi koymak kulağa, adaya yaptığımız müdahaleyi ve kurduğumuz hâkimiyeti birilerinin kafasına vurmak gibi geliyordu. Belki de bu vurgu başlangıçta çok gerekliydi. Ben yeni “marka”yı çok daha munis buldum. Yaşadığımız günler bu tarz kucaklayıcı değişiklikler yapmanın zamanıdır. KIBRIS MESELESİ Benim tanımlamama göre Kıbrıs meselesi, özünde, Yunanistan ile Türkiye arasında 1923’ten kalan bir “Sınır Uyuşmazlığı”dır. Yunanistan, Kıbrıs’ın tamamının kendisine ait olduğu teziyle ortaya çıkmış ve davasının adını “Enosis” (İlhak) koymuştu. Bu, Kıbrıs, Rodos veya Girit gibi büyük bir Yunan adasıdır demekti. Kıbrıslı Türkler ne olacak sorusuna da “onlar da Batı Trakya Türkleri gibi Yunan idaresi altında Yunan vatandaşı olarak yaşacaktır” cevabını vermişti. Bizim tezimiz ise “Taksim” idi. Biz hiçbir zaman Kıbrıs’ın tamamı bize aittir demedik. Gerçi bir zamanlar “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacaktır” diye sloganlar atılmıştır. Ama burada adanın tümü kastedilmemiştir. Neticede bu sınır uyuşmazlığı, küçük bir savaş sonunda 1974 yılında adanın taksim edilmesiyle kökten çözüldü. Geriye bireysel mülkiyet davaları kaldı. Bunlar önemliydi ama ince ayar sorunlarıydı. Ancak Yunan tarafı kökten çözümün yaratığı türev sorunları müzakere edip çözmek yerine, çözümün kendisini yani taksimi ortadan kaldırmaya kafayı taktı. Bu tutum “çözülmüş meseleyi çözmeye çalışmak, sorun çıkarmaktan başka bir işe yaramaz” kuralına göre hiçbir işe yaramadı. UFUKTA ÇÖZÜM GÖRÜNMÜŞTÜR Kıbrıs’ta, atadan dededen Kıbrıslı ve bir dönemin mücahidi şimdi Milliyet yazarı olan Metin Münir’i, eşimle birlikte ziyaret ettik. Ozanköy’de, kendisini börtü böcek uzmanı haline getiren on dönümlük “Doğal Bahçe”sinde çardak altında oturup çay içtik. Bize koca bir torba dolusu limon ve yenidünya verdi. Onun, Türk dış siyaseti, özellikle Suriye ve Irak’la olan ilişkiler, AKP’nin Kürt politikası ve pek tabii Kıbrıs hakkındaki görüşlerini dinledim. Bilgi aldım. Anladığım kadarıyla Kıbrıs Rumları “taksimi tersine çevirmek” sevdasından vazgeçmişler. Yakın bir tarihte yapılacak seçimlerde Güney Kıbrıs’ta iktidara muhtemelen “gevşek federasyon” taraftarı bir siyaset adamı gelecektir diyor. Yani “iç içe yaşayıp savaşmak yok-yan yana yaşayıp iyi geçinmek var” şeklinde özetlenebilecek bir kavramla, hem Türkler hem de Yunanlılar için müzmin karın ağrısı haline gelen Kıbrıs uyuşmazlığı, rahatsızlık vermez hale gelecektir. Pek tabii, bu yeni “Plan”da bizim “toprak tavizi” vermemiz şattır. Son Söz: Sorunu yönetilebilir hale getirmek, mevcudu dayatmaktan hayırlıdır.