ERKEN konuşanların düştüğü hataya düşmek istemiyorum, ama Irak Savaşı bitecek gibi duruyor.
Böylece, savaşın ekonomimiz üzerinde yarattığı ve ileride yaratması kaçınılmaz kötü etkiler de kendiliğinden sona erecek. Şu ana kadar, Irak'da var olduğu iddia edilen, kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılmadı. Hatta böyle silahların varlığına dair bir delil de bulunamadı. Petrol kuyuları ateşe verilmedi. Yani bir çevre kirlenmesi yaşanmadı. Güneydoğu'ya yerleştirilen Patriot füzesavarlarına da iş düşmedi. Kuzey Irak'tan herhangi bir göç de olmadı. Oradaki birliklerimiz nöbet tutarak zaman geçirdiler. Kısaca savaş, ülkemiz topraklarına en küçük bir hasar vermeden ve tek bir Türk vatandaşının burnu bile kanamadan sona erecek. Hepimize geçmiş olsun.
* * *
Tekrar edelim, savaşın Türkiye'de yaratması muhtemel somut hasar gerçekleşmedi. Şu ana kadar ekonomimiz üzerinde oluşan menfi etkiler, savaş korkusu yüzünden turistlerin rezervasyon iptalleriyle, belli belirsiz bir duraklama gösteren iç talepten ibaret kaldı. Bu iki olumsuz gelişmenin de, savaşın bitmesiyle birlikte olumluya dönüşmesi kuvvetle muhtemel. Unutmayalım, turizm ve alışveriş mevsimi henüz başlamadı bile. Bütün bunlardan daha önemlisi, Irak'ın gıda ve ihtiyaç maddelerinin önümüzdeki yıllarda kısmen Türkiye'den karşılanması, özellikle Güneydoğu bölgemize, ciddi bir ekonomik canlılık getirecek. Suriye ve Iran da Türkiye ile olan ilişkilerini arttırmakta daha aktif olacaklar.
Amerikalıların bastırmasıyla Irak'ın Kuzey'inde, hukuka saygılı ciddi bir idare kurulacaktır. Bu da vergi gelirleri açısından kanayan bir yara olan, Saddam ve hempaları ile kanun dışı Kürt örgütlerinin yönettiği petrol kaçakçılığının biteceği veya en azından azalacağı anlamına gelir. Ekonomimiz bakımından hayati dercede önemli olan ham petrol fiyatları da normal seyredecek. Nereden bakarsak bakalım, Türkiye'nin kısmeti açılıyor. Hem dış, hem de iç ilişkilerimizi düzeltmek açısından yeni fırsatlar kapımıza geliyor.
* * *
Peki önümüze çıkan bu fırsatlardan, bir türlü sağlığına kavuşamayan ekonomimizi güçlendirmek için yararlanabilecek miyiz? Bunda şüphem var. Çünkü, Türkiye'ye hakim olan iktisadi anlayış ve özellikle şimdi iktidarda bulunan AK Partinin dünya görüşü ‘‘önce büyüme, sonra istikrar’’ paradigmasına kilitlenmiş vaziyette. Halbuki, bunun tam tersi doğrudur. İstikrarı yakalamadan büyümeyi gerçekleştirmek mümkün değildir. Başbakan Erdoğan'ın seçimi kazandığının ertesi günü söylediği ‘‘15 bin km duble yol yapacağız’’ cümlesini hatırlayın yeter. Sadece bu söz bile, ekonomiyi istikrara kavuşturma ‘‘önceliğinin’’ AK Parti liderliği tarafından asla benimsenmediğini açıkça gösteriyor. Bu husus, tersini yazan yüz sayfalık bir ekonomik program kitapçığından daha önemlidir. İktisadi istikrar konusunun öneminin AK Parti teşkilatı tarafından da hiç benimsenmediği inancındayım. Ekonomide istikrar, ‘‘fiyat istikrarı’’ yani enflasyonun kalıcı olarak düşürülmesi demektir. Bunu başarmanın kolay bir şey olmadığını, her iktisatçı bilir. Kimse kolay bir çözümden bahsetmiyor. Enflasyonu düşürme işi, Merkez Bankası'na ihale edilemez. Bunu ancak siyasi irade başarabilir. Bilelim ki; daha fazla fakirleşmeyi göze almadan, istikararı elde etmek kabil değildir. Fakirleşme sosyal patlama getirir diyenlere cevabım şudur. Eğer bu göze alınmazsa, hem fakirleşme hem de istikrarsızlık sürer gider.