KIBRIS'ta yapılan genel seçimler, Türkiye'nin Kıbrıs davasını kaybettiğini yadsınamaz bir çıplaklıkla ortaya koymuştur.
Hepimize ve özellikle Kıbrıslı soydaşlarımıza hayırlı olsun. Pek tabii, her dava kazanılmaz. Hatta bazan, bir davayı kaybetmek, o davaya gönül vermiş kişilerin göremediği iyi sonuçlar da doğurabilir. Belki de 50 yıldır mücadelesini verdiğimiz Kıbrıs davasının kaybı, böylesi bir mağlubiyettir. Ama bir gerçeği görmezlik edemeyiz: Türkiye, Kıbrıs'taki iddiasını zaten bir süredir kaybetmişti. Bu oluşumu, Kıbrıs'taki soşdaşlarımız pazar günü kullandıkları oylarla perçinlemiştir. Zaten Loizidu hanıma tazminatı ödediğimiz gün, bu iş bitmişti. Kesin yenilgi için altın duruş gerekiyordu. O da yapıldı.
* * *
Önce kısaca ‘‘Kıbrıs Meselesi’’ ne idi onu hatırlayalım. Birinci Dünya Harbi'nde yenilen Türkiye'nin (Osmanlı İmparatorluğu) sınırları, galip devletlerin bastırmasıyla ‘‘millet’’ (etnisite) esasına göre çizildi. Kurtuluş Savaşı sonunda bu sınırlar revizyona tabi tutuldu. Nüfus mubadelesiyle (değiş-tokuşuyla), İstanbul'daki Rum'lar ve Batı Trakya'daki Türkler hariç, yeni sınırlar içinde bir nevi ‘‘anlaşmalı etnik temizlik’’ yapıldı. Geriye az sayıda ihtilaflı bölge kaldı. Bunlar, Hatay, 12 Adalar ve Kıbrıs'tı. İngiltere'nin yönetiminde bulunan Kıbrıs adasında yaşayan halkın azınlığı Türk, çoğunluğu Yunanlıydı. Yunanistan, kendi ulusal hedeflerine göre haklı olarak sınırlarını genişletmek istiyordu. 2. Dünya Harbi'nden sonra, İngiltere kabuğuna çekilme kararı aldı. Bunun üzerine Yunanlılar, Kıbrıs'taki Yunanlılar'la, anavatan çatısı altında birleşmek, kendi deyimleriyle ‘‘Enosis’’i gerçekleştirmek üzere adada bir ayaklanma başlattı. Böylece 1950'lili yıllarda, Türkiye ile Yunanistan arasında, aslında 1923'te çözümlenmiş olması gereken, bir ‘‘sınır ihtilafı’’ meselesi çıktı. Türkiye, önce enosise karşı ‘‘Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır’’ dediyse de, bu tezin savunulamayacak kadar ihtiraslı olduğunu idrak edince, vizyonunu ‘‘taksim’’e çevirdi. Durumun açmaza girdiğini gören (veya bizzat kendi elleriyle bu açmazı yaratan Batılılar) sözde anlaşmazlığı çözmek için, Kıbrıs'ta üstte güreşen Yunanlılar, milleti olmayan bu matrak cumhuriyeti bir an önce yıkıp, ‘‘enosis’’i gerçekleştirmek için canla başla çalışmayı bir gün bile aksatmadılar. Biz de ‘‘taksim’’i hayata geçirmek için elimizden geleni yaptık. O günden itibaren taraflar, yani Yunanistan ve Türkiye, her olayı kendi tezini karşı tarafa kabul ettirmek için kullandı. 1974'de Yunanistan'daki albaylar cuntası çok ciddi bir hata yapıp, işlerine çok yarayan yapay ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’ni yıkmaya kalktı. Biz de bu darbeyi vesile edip, adanın taksimini askeri bir harekatla fiilen gerçekleştirdik.
* * *
Yunanlılar, pek tabii tezlerinden vazgeçmediler. Derken onların rövanş şansı ortaya çıktı. Türkiye, Yunanistan'la birlikte Avrupa Birliği'ne girme şansını kullanmadı. Kullanmadı ama, sonradan çok pişman oldu. Gün geldi, ‘‘n'olur beni AB'ye alın, ne isterseniz yaparım’’ demeye başladı. Bundan bir süre önce AB genişleme kararı aldı. Aportta bekleyen Yunanistan, ‘‘Kıbrıs'ı AB'ye almazsanız ben de tüm yeni katılmaları veto ederim’’ diye AB'ye şantajı dayadı. AB de bunu yedi. Şimdi Kıbrıs AB'ye girecek, ama karnında ur var. AB, kapısında bekleyen Türkiye'ye ‘‘Kıbrıs'taki uru çıkar, seni öyle alırım’’ diyor; biz de emrin olur diyoruz. Hepsi bu kadar.
SON SÖZ: Kıbrıs davası, Kıbrıslılar'ın davası değildir.