KIRK yıl önce Pennsylvania Üniversitesi'nde okurken, ‘‘emek ekonomisi’’ diye hayli kazık bir ders almıştım.
Dersin konusu, kapitalist sistemde işçi sendikacılığı ile makro ekonomi arasındaki ilişkileri kapsıyordu. Pek tabii, bu ilişkilerin hukuksal yönü müfredatın önemli bir parçasıydı. Dersin hocası, Amerika'da kendilerine ‘‘liberal’’ denilen ‘‘solcu’’ bir profesördü. Çalışma hayatı ile ilgili kanunları anlatırken, öncelikle her bir kanunun, hangi tarihte, hangi parti iktidardayken ve kimin tarafından hazırlandığı üzerinde çok dururdu. Zaten Amerika'da kanunlar, resmi adlarıyla veya numaralarıyla değil, hazırlayanın adıyla anılır. Hocanın en büyük merakı, kanunların resmi adlarıyla ve gerekçeleriyle dalga geçmekti. Ona göre kanunların resmi adları, reklamdan başka bir şey değildi. Her yasanın, mutlaka adıyla ters bir amacı vardı. Mesela ‘‘Özgürlükleri Koruma Yasası’’ isimli bir kanun çıksa, bunun mutlaka ‘‘özgürlükleri kısıtlama’’ maksadıyla çıkarıldığına hükmettiğini söylerdi. ‘‘Sakın ha kanunların adlarını ciddiye almayın, kim hazırlamış ona bakın, değerlemenizi ona göre yapın’’ derdi.
* * *
Taslağı masamın üzerinde duran ‘‘Kamu Yönetimi Temel Kanunu’’nu ve gerkçesini okumaya ve anlamaya çalışırken aklıma bunlar geldi. Bu kanun Amerika'da çıkmış olsaydı, anılan adı ‘‘Erdoğan-Dinçer Kanunu’’ olacaktı. Gerçi son günlerde bu kanuna adını vermek isteyen başka ‘‘baba’’lar da zuhur etti; neyse. Pek tabii bu kanun, hazırlayıcılarının meşrebine göre tasarlanmıştır. Başbakanlık Müsteşarı Profesör Dinçer'in Türkiye'yi götürmek istediği istikamet, Başbakan Erdoğan'ınkinden farklı olamaz. Öyle olsaydı Dinçer, Erdoğan'ın müsteşarı olmazdı. Dolayısıyla, Dinçer'i dövmek, Erdoğan'ı dövememekten başka bir şey değildir. Bunun da pek bir mantığı yoktur. Kanunun müellifleri, Ankara'da kritik bir kütle oluşturan laik eğitim almış sivil-asker bürokrasinin ya da tutulan deyimiyle ‘‘derin devlet’’in Türkiye üzerindeki ideolojik ve yönetsel etkisini azaltmayı amaçlamaktadır. Bunun yerine, çocukluklarında din eğitimi almış taşralıların zihniyetini geçirmek istemekteler. Pek tabii, hákim kılınmak istenilen sadece bir zihniyet değildir. Amaç, bu sırada o zihniyete mensup ‘‘eş-dost-ahbap-yandaş’’lardan oluşan bir sosyal kümenin, milli gelirden aldığı payı artırmaktır. Şunu kabul etmek gerekir ki; bu her iki amacın demokrasiyle ters düşen bir yanı yoktur. Demokrasi, kendi diyalektiği içinde ülkeye egemen olan zihniyetin de, toplumsal güç odaklarının da, milli gelir dağılımının da değişmesini içerir. Yapılmak istenen değişiklikler, ilerleme midir, yoksa gerileme midir sorusu, ayrı bir tartışma konusudur.
* * *
Kanunun tasarımcıları, bu amaçlarını gerçekleştirmek için, yönetim erkinin merkezden taşraya kaydırılması yöntemini benimsemişlerdir. Buna yönetim biliminde ‘‘adem-i merkezileştirme’’ denir. Yani, ‘‘yerinden yönetim’’. Bu kavram, kısmen ‘‘yerel yönetim’’ kavramıyla örtüşse bile aynı şey değildir. Yerinden yönetim, merkezde oluşturulan vizyon ve misyonun yerleşim yerindeki yöneticilerle hayata geçirilmesi demektir. Yerinden yönetim, bir ‘‘yönetim ekonomisi’’ konusudur. Tecrübeler, yerinden yönetimin, merkezden yönetimden daha ekonomik olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla yasaya bu noktadan itiraz etmek yanlıştır. İtirazların, doğrudan merkezde oluşturulacak ‘‘vizyon/ülkü’’,‘‘misyon/görev’’ ve ‘‘strateji/tercihler’’ üzerine odaklanması gerekir.