BÜTÜN dinler, netice itibariyle birer ideolojidir. İdeoloji, insan yapması fikirleri, tanrısal kanunlar, yani doğal bilim haline dönüştürme disiplinidir.
Dinler, zaman, mekan ve konu eksenlerinde, insanın aklına gelebilecek her sorunun cevabını bildiği iddia eder. Dinler, maddenin ilk yaratılış anından, canlının son yok oluş gününe kadar, kısaca ezelden ebede, her yerde ve evrenin tümünde, olan veya olamayan her şeyin nedenini, fizikten, iktisata kadar açıklamaya kendini mecbur hisseder. Çünkü, dayandıklarını iddia ettikleri bilginin kaynağı tanrıdır. Tanrı da her şeyi bildiğine göre, dinlerin açıklayamayacağı bir şey olamaz diyerek işe başlarlar.
Günümüzün hakimi Batı medeniyetinin, ana unsurlarından biri olan Hıristiyanlığa da, İsa'dan, aydınlanma çağına kadar hakim olan görüş budur. Hıristiyanlık, asırlarca bilime karşı savaşmıştır. Küstahlığını, cehaletini ve zulmünü, dünyanın döndüğünü iddia eden, yani bir ‘‘tanrı yasasını’’ tebliğ eden bir bilim adamını susturamayınca, onu öldürmeye kadar götürmüştür. Hıristiyanlık, bilimle girdiği her çatışmayı kaybetmiş; hakimet alanlarını birer birer terketmiştir. Bugünün Batı medeniyeti, Hıristiyanlıkla birlikte, ama sadece onun sayesinde değil, ona rağmen kurulmuştur. Sonunda, Hıristiyanlık ehlileşmiş, bilimle büyük çapta barışmış; kendine, insanlığa yararlı bir ‘‘iş alanı’’ bulup, oraya yerleşmiştir.
* * *
Tek bir bütün olan evrenin iki katmanı vardır. Birincisi ‘‘cansızlar’’ ikincisi ‘‘canlılar’’ dünyasıdır. Daha doğrusu canlılar, cansızlar evreninin bir alt kümesidir. Çünkü canlılar, cansız maddelerden yapılmıştır. Bu sebeple, cansızlar evreninin kanunları, canlılar kümesini de kapsar; ama canlılar kümesinin kanunları, cansızlar evrenini kapsamaz.
* * *
Dinlerin ortaya çıkış sebebi, insanın toplumsal bir canlı olmasıdır. İnsanlar, bir cemiyet teşkil ederek yaşamanın, kendileri için iktisadi olduğunu, yani bireye daha fazla fayda sağladığını deneyerek öğrenmiştir. Bu nedenle ‘‘cemiyet’’ halinde yaşama düzenine geçilmiştir. İktisadi olduğu için, toplu halde yaşamaya başlayan insanın, ikinci önemli gözlemi, bu yaşam biçiminde, fertle-cemiyet arasında bir çatışma olduğunu idrak etmesidir. Fertler, ‘‘sonlu ömür süreleri’’ içinde en fazla faydayı tüketmek amacıyla davranmaya eğimlidir. Buna mukabil, üyesi oldukları toplumların ‘‘sonsuz ömür süreleri’’ esas alınarak yapılan milli gelir maksimizasyon modelleri, bireyin ‘‘bencil’’ davranış tarzının değiştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.
Fertle, cemiyet arasındaki ömür süresi farkından doğan bu temel çelişkiyi çözmek dinlere düşmüştür. Meselenin matematik çözümü, birey ile toplumun (parça ile bütün) ömür sürelerinin sonsuz yani ‘‘eşit’’ olduğunu kabul etmektir. Bunun için, bu dünyada öldükten sonra (ahirette) hesap gününe kadar yaşayamaya devam edeceğine inanmak imanın şartıdır.
* * *
İslam, halen bu iki ana meseleyi çözebilmiş değildir. Birincisi, cansızlar evreninin kanunlarından kaynaklanan bilimin, canlılar kümesini de kapsadığını kabule yanaşmamaktadır. Diğer bir değişle, hukuk ve iktisat alanının düzenlenmesinde, bilimsel verilerinin değil, elindeki metinlerin (şeriatın) esas olmasında direnmektedir. Bu, İslam'ı yeni sorunlar karşısında aletsiz bırakmaktadır. İkincisi, ahrette cennete gitmek için, toplumsal kurallara uymayı değil, dinsel şekillere göre hareket etmeyi vazetmektedir.
Mesela, trafik kurallarına uymamak, sahte rapor almak-vermek, kaçak inşaat yapmak veya vergi kaçırmak ‘‘günah’’ değildir. Dolayısıyla bu suçları işlemek, kişiye cennet kapılarını kapamamaktadır. Buna karşılık kadının saçının telinin gözükmesi günahtır. Bu da İslam'ın, milli gelir artışına engel olan kural dışı bencil davranışları caydırmayı önemsemediği anlamına gelmektedir. Sonuçlar ortadadır.
Son Söz: Bilim, din kapısından sığmaz; din, bilim kapısından sığar.