BİLİNDİĞİ gibi küresel iktisadi kriz ortamındayız.
İktisadi kriz, milli gelirin yani halkın refahının düşmesi demektir. Düşen milli geliri yükseltmek için iki yöntem kullanılır. Birincisi parasaldır. Kısaca, hem faizleri düşürüp, hem de dolanımdaki para miktarını arttırmaktır. ıkincisi bütçeseldir. Krizle azalan özel kesim talebinin (hane halkı ve şirketlerin tüketim ve yatırım harcamalarının toplamı) yarattığı “talep boşluğunu” kamu harcamalarıyla doldurmaktır. Pek tabii bu önlemlerin hem yan tesirleri vardır hem de önlem alındı diye dertler şipşak bitmez. Üstelik kriz, küresel olduğu için tedbirlerin de küresel olması gerekir. Bu uyum da zaman ister. Faizleri düşürme ve sistemdeki para miktarını arttırma kümesinden oluşan parasal önlem paketinin yan tesiri, günün sonunda enflasyonun yükselmesidir. Ancak krizle birlikte oluşan “fiyatlar genel seviyesindeki düşme” (yani deflasyon), parasal önlemlerin yaratması muhtemel “fiyatlar genel seviyesinin yükselmesi”ni (yani enflasyonu) frenler.
Bu yazının esas konusu, özel kesim talebindeki azalmanın, kamu tarafından telafi edilmesinin yaratacağı istenmeyen sonuçtur. Burada kastedilen istenmeyen sonuç bütçe açığının artmasıdır. Bütçe açığının artması zannedildiği gibi her zaman kötü bir şey değildir. Avrupa Birliği ülkelerinden örnek vermek gerekirse, AB kıstaslarına göre milli gelirin yüzde 3’ünü geçmemesi gereken bütçe açığı, dünyanın zengin ülkelerinde bu yıl yüzde 9’a varacaktır. Bu, kriz öncesi orandan 6 kat fazladır. Türkiye’de de milli gelirin yüzde 2’sine kadar gerilemiş bulunan bütçe açığı, 2009 yılında muhtemelen yüzde 5’i geçerek 50 milyar liranın üstüne çıkacaktır. Bu açık da kamunun borçlanmasıyla kapatılacaktır. Bundan daha doğal ve uygun bir şey olamaz. Türk ekonomisi için esas felaket bu borçlanmanın içeriden değil dışarıdan yapılması gerekir diyenler olmasıdır. Hatta bunun için IMF ile derhal anlaşılmalıdır deniyor. Söylenenler külliyen yanlıştır. 1. Türk ekonomisini kırılgan hale getiren iç borç değil, dış borçtur. Bunun sonucu da “cari açık” belasıdır. 2. Cari açığı olmayan bir ekonomide kamu borçlarının milli gelire oranın yükselmesinin hiçbir önemi yoktur. Japonya’da bu oran yüzde 200, OECD’de halen yüzde 75’tir, 2010’da yüzde 100’e çıkacaktır. Önemli olan kamunun ödediği reel faizin milli gelire oranıdır. 3. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu günümüzde iç borç-dış borç ayırımı kolay değildir. Pratik olanı “ulusal para” veya “dövizle” borçlanma ayırımıdır. Ulusal para ile borçlanma tanımı içine “dövize endeksli TL” de girer. 4. Tehlikeli olan kamunun yabancı paralı dış borcudur. Cari açık yoksa özel kesimin dış borcu risk yaratmaz. Açık pozisyon yoksa cari açık olsa da bu o kadar önemli değildir. ıç borç, iç alacaktır; toplam sıfırdır. Son Söz: IMF döviz açığını kapatır, tasarruf açığını değil.