GEÇEN yıl sonunu 1.64 milyon TL dolayında kapayan dolar fiyatı, şu sıralarda 1.40 milyon TL civarında.
Bilançolarında dolar cinsinden döviz borcu olan firmaların, buna KİT'ler de dahildir, bu farktan dolayı bir ‘‘kur farkı gelirleri’’ oluşuyor. Bu gelir kalemi ‘‘Gelir Tablosu’’na dahil edilince, firmaların ‘‘Vergi Öncesi Kár’’ rakamı artıyor. Hatta bir kısmının zararı, kára dönüşüyor. 2002 yılı sonunda dolar 1.34 milyon TL idi. Yıl sonunda da yukarıda yazdığım gibi, 1.64 oldu. Geçen yıl her bir milyon dolarlık döviz kredisi yüzünden firmalar 300 milyar lira ‘‘kur farkı gideri’’ yazdılar. Bu yıl ise her bir milyon dolara borç için 240 milyar lira ‘‘kur farkı geliri’’ yazıyorlar. Hal böyle olunca, KİT'ler dahil birçok firma, 2003 yılında, 2002 yılının aynı devresine göre çok ciddi kár artışı sağlamış gibi duruyor. Şimdi soru şu: Acaba bu yılın kár rakamlarına ne kadar güvenmeli? Geçen yıl-bu yıl kıyaslamalarında, kár rakamlarının yöneticilerin performansını göstermede anlatım gücü ne? Pek tabii cevap verilmesi gereken diğer soru, geçmiş yıllardaki ‘‘kur farkı giderleri’’nin de ne kadar gerçek olduğu? O yılların ‘‘Gelir Tablosu’’ analizlerinde bu hususa dikkat edildi mi? Yoksa o yıılarda, şirketlerin performansı olduğundan daha mı düşük değerlendi?
* * *
Görüldüğü gibi, gayet ciddi bir muhasebe meselesiyle karşı karşıyayız. Konumuz vergi beyannamesinin doldurulması değil. Neyin matrahtan indirilip, neyin indirilmeyeceğini vergi uzmanlarına sorup öğrenirsiniz. Bahsettiğim mesele, öncelikle firmaların ‘‘mali tahlilini’’ yapanlar için varit. Ayrıca, bu sorunun cevabı, makro ekonomik yorum yapan iktisatçıların, bütçedeki faiz giderlerinin büyüklüğünü ve KİT bilançolarının, kamunun finansman dengesi üzerindeki etkisini irdeleyebilmesi için de gerekli.
* * *
Gelelim meselenin tahliline. (Konuyu gereksiz bir karmaşıklığa sokmamak için, enflasyon düzeltmesini tartışmanın içine katmıyorum.) Firma hesapları, iki grupta toplanır. Birinci gruba ‘‘aktif-pasif’’, ikinci gruba ‘‘gelir-gider’’ kalemleri girer. Bunlara iktisat dilinde ‘‘stok’’ ve ‘‘akım’’ hesapları denir. Olağan şartlar içinde stok hesaplarından kár veya zarar edilmez. Yani firmanın bilanço pozisyonlarından para kazanması ne amaçtır ne de ‘‘operasyonel’’ performans göstergesidir. Bunlar, olsa olsa ‘‘spekülatif’’ kayıp veya kazançlardır. Buna mukabil, borçların ve alacakların yarattığı faiz gelir veya giderleri ise ‘‘akım’’ hesaplarına dahildir. Bu gelir ve giderler tahakkuk ettiği gün muhasebeleştirilmelidir. Buna mukabil stok kalemlerinden elde edilen kár veya zarar, ‘‘realize edildiği’’ taktirde kayda alınmalıdır. Mesela firmanın sahip olduğu bir arsa, çok değerlenebilir. Bu arsa satılmadan, yani o aktif (veya pasif kalem), firma mülkiyetinden çıkmadan, tahakkuk etmiş olağanüstü bir ‘‘kár’’dan bahsedilemez. Herhangi bir rakam da muhasebeleştirilemez. Somut olayımızda soru, bilançonun parasal kalemlerinden olan ‘‘döviz borcunun’’ veya ‘‘mevcudunun’’ hesaplanan kur farkının ne zaman bir kár veya zarar doğurduğudur. Cevap, geri ödenen veya bozdurulan ‘‘kısma’’ (yani tamamına değil) ait olan miktarlar, realize edildiği gün şeklinde olacaktır. Dolayısıyla, toplam döviz borçları azalmayan bir firmanın, ‘‘kur farkı kazancı’’ olamaz. Hakeza toplam döviz borcu azalmayan bir ülkenin, ‘‘kur farkı kazancını’’ faizden düşerek, dış borçlara ‘‘eksi faiz ödendi’’ denemez.