GEÇEN yazıda, ‘enflasyonla mücade’ için sürdürülen ‘yüksek faiz, düşük kur’ politikasının, Türkiye’nin ekonomisini nasıl çıkmaza soktuğunu yazmıştım.
Aynı perişanlık, başta Latin Amerika’da olmak üzere pek çok ülkede de yaşanmıştır. Bu politikanın Türk ekonomisini getirdiği háli özetleyim:
a) paradan altı sıfır atmayı gerektirecek kadar enflasyon,
b) yirmi yıla sığdırılabilen üç ekonomik kriz,
c) yetersiz büyüme.
Uzun yıllardan beri uygulanmakta olan ‘vergi alma borç al’ ve bu amaçla ‘faizi yüksek kuru düşük’ tut politikası yüzünden,
a) kamudan özele,
b) fakirden zengine,
c) yurt içinden yurt dışına sermaye transfer edilmiştir.
Son yazımda, bu yapısal bozulmada, başta IMF’ciler olmak üzere, bize akıl hocalığı eden yabancı uzmanların rolü olduğunu yazdım. Bu yabancı uzmanlarla ünsiyetim olmamıştır. Ancak tavsiyelerinin sonuçları ortadadır. Kanaat oluşturmam için, bu da bana yeter de artar.
* * *
Uygulanan politikanın maliyetini özetleyeyim. Yirmi beş yıldır, gelişmiş zengin devletler, kendi kamu borçlarını ortalama % 3-4 reel faizle finanse ederken, az gelişmiş fakir Türkiye, borçlarını, % 12-13 reel faizle döndürebildi. Matematik olarak, yılda % 7 faiz, alınan borcu 10 yılda iki katına, 20 yılda da 4 katına çıkarır. Türkiye, konsolide bütçe borçlarını yılda ortalama % 7 daha düşük reel faizle çevirebilseydi, bugünkü 220 milyarlık dolarlık borç, 55 milyarda kalırdı. Dikkat edin: Bu hesabın içinde, siyasilerin daha az popülist davranmış olması veya batakçı iş adamlarının banka boşaltmamış olması gibi şartlar yok. Yani ülkemiz son 25 yıldır, aynı cıvıklıkla ve aynı soygun düzeniyle yönetilmiş olsaydı dahi, borç bugün sadece 55 milyar dolar olurdu. Hadi hesaplarda kabul hataları yaptım diyelim, toplam bütçe borcu 55 değil 75 milyar dolarda kalırdı.
Bütün bunları, kafaları kanatıncaya kadar başa vurmaya mecburum. Çünkü ben çözüm yöntemimi ortaya koyunca ‘ama senin modelinin de şu riskleri’ var diye ortaya çıkacaklar olacak. Benim veya benden çok daha bilgili bir başka iktisatçının ortaya koyacağı herhangi bir modelin de riskleri (sakıncaları veya bedeli) olacaktır. Para politikasında doğru tercihi yapmak için, risk bedellerinin kıyaslanması gerkir.
* * *
Gelelim önereceğim para-maliye politikasına. Şu ana kadar yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere bu modelin ana ilkesi ‘yüksek kur-düşük faiz’dir. Bu model, ABD, Avrupa ülkeleri, Japonya gibi tek para birimli ülkelerle, Türkiye gibi ekonomisinde, ulusal parayla birlikte dövizinin de kullanıldığı ülkelerde uygulanacak para politikası, aynı olamaz hipotezi üzerine kurulmuştur. Bir ülkede birden fazla para kullanılırken, Merkez Bankası’nın para politikasını, (yani para miktarını ve faizleri ayarlamasını) sadece ulusal paraya inhisar ettirmesi, para piyasalarını spekülasyona ve arbitraja açık hale getirmektedir. Bu başıboşluk, bir yandan paranın faizini fahiş düzeylere tırmandırmakta, diğer yandan kurlar üzerinde önce bir baskı sonra da bir patlama yaratarak krize sebep olmaktadır. (Devamı var.)
Son Söz: Duvarları olmayan türbenin kapısına kilit takılmaz.