SADECE az gelişmiş değil, gelişmiş ülkelerde dahi bankacılık en netameli sektörlerden biridir. Türk ekonomisi, bankacılık sektöründeki mülkiyet çarpıklığından çok çekmiştir.
Bankacılık sektörü, suiismállere mümkün mertebe kapalı hale getirilmelidir. Bu maksatla alınacak ilk tedbir, sanayicilik ile bankacılığı birbirinden ayırmaktır. Bir şirketin batması daha ziyade, o şirketle ticari ilişkide bulunan iş adamlarını ve ona kredi veren bankaları ilgilendirir. Bu kabil iş ilişkilerinde, iki taraf da ‘tedbirli tacir’ olarak davranmış olması gereken tüzel veya gerçek kişilerdir. Şirket batmasından daha elim ve vahim olanı, bankanın batmasıdır. Banka battığı zaman, tasarruflarını bankaya emanet etmiş ve iş hayatıyla hiç bir ilgisi olmayan insanların parası batar.
Mevduat sahibi, netice itibariyle bankaya güvenmenin dışında, ne fizibilite ne de mali tahlil yapmıştır. Devletin izniyle kurulmuş ve devletin denetimi altında çalışan bir kuruluşa parasını emanet etmiştir. Zaten bu yüzden devletler, banka batmalarına karşı bigane kalamaz. Tasarruf mevduatını sigorta etmenin yanında, Türkiye’de olduğu gibi bankanın tüm aktiflerine de güvence vermek durumunda kalır. Bu da devleti dolayısıyla milleti, gereksiz ve haksız bir yük altına sokar.
* * *
Yukarıda söylendiği gibi, bankaların batma riskini en aza indirmek için alınması gereken en önemli tedbir, bankanın hem mevduat toplayan hem de kredi kullanan bir yapıda olmasını yasal olarak engellemektir. Bu çıplak gerçek, maalesef ülkemizde hálá anlaşılmamış ve kabul görmemiştir. Holding bankacılığı diye bilen yapılaşma, yani bir şirketler grubunun hem bankaya hem de sanayi ve ticaret kuruluşlarına, dolaylı veya dolaysız sahip olması ekonomik hukuk açısından bir faciadır. Bu, ciğeri kediye emanet etmekten de beter tehlikeli bir durumdur. Bir müteşebbisin, evvel emirde karar vermesi gereken husus, halkın parasının ‘emanetçisi’ mi yoksa ‘kullanıcısı’ mı olacağıdır. Emanetçilikle, kullanıcılık aynı bünyede toplanmışsa, burada bir ‘ahlaki zafiyet’ kesinlikle oluşur. Hele hele bunun içine bir de ‘medya’ patronluğu girmişse, ahlaki zafiyetin, iktisadi suç fiiline dönüşmemesi için patronun bir aziz olması gerekir. Kaldıki; dürüst çalışılıcaksa, bir bankanın sanayi şirketlerine sahip olması, banka için güç değil, güçsüzlük kaynağıdır. Hakeza, bir sanayi grubunun bir bankaya sahip olması da aynı şekilde zafiyetten başka bir şey değildir. En dürüst iş adamı bile sıkışınca, bankasının kaynaklarını kendi sanayi kuruluşlarına veya daha seyrek de olsa, sanayi kuruluşlarının kaynaklarını bankaya aktarmakta tereddüt etmez. Bilinsinki bu yapıda rekabet hukuku mutlaka çiğnenmiştir. Bu da verimsizlik demektir.
* * *
Nasıl demokrasinin sağlıklı çalışması için ‘kuvvetler ayrılığı’ anayasal bir zaruretse, serbest pazar sisteminin ontolojisi gereği, mevduat toplama imtiyazı ile kredi kullanma hakkının yasal olarak ayrılması da şarttır. (Devamı var)
Son Söz: Gaz pedalı, fren pedalına kaynak edilemez.