Genel kabul görmüş yanlışlar

SERMAYE hareketlerini irdeleyen perşembe günkü yazımda ‘‘ne kadar para, o kadar büyüme’’ paradigmasının yanlışlığına değinmiştim.

Bugün bu konuyu tartışmaya devam edeceğim. Normal yurdum iktisatçıları arasında genel kabul görmüş yanlışların birincisi budur. Onlar, Türkiye gibi bir ülkenin, yabancı sermaye gelmeden kalkınamayacağına inanır. Geçen hafta, Osmanlı Bankası'ndaki karikatür sergisini dolaşınca anladım ki; bu batıl inanç bize atalarımızdan devrolmuş. Soyut olarak sorulduğunda, yabancı sermaye girişinin, Türkiye gibi sermaye birikimi düşük bir ülkede milli gelir artışı sağlayabileceği söylenebilir. Madem ki üretim için, doğal kaynaklar dışında, esas olarak emek ve sermaye gereklidir; üstelik ülkemizde emek bol, sermaye ise kıttır; öyleyse sisteme ne kadar sermaye şırınga edilirse, üretim (milli gelir) o kadar artar. Öyle ise ne yapalım? Ülkemize yabancı sermaye çağıralım. Tercihan doğrudan yatırım şeklinde gelsin. Yani sabit sermaye yatırımı yapsın. Fabrikalar kursun. Olmazsa, finans kapital olarak gelsin, ister sıcak, ister soğuk olsun, yüz kere fıymış olsun, yine de gelsin. Böylece, arsa-bina spekülasyonundan başka bir şeyden kár edemeyen, teknoloji cahili sözde işadamlarımız, gelen bu yabancı sermayeyi borç olarak alır ve yatırım yapar. Üretim artar ve milli gelir yükselir. Bunun için ne gerek? Dövizi düşük, faizi yüksek tutmak yeter. İşte size, kötülerin en kötüsü ‘‘genel kabul görmüş yanlışlar’’ şampiyonu bir para politikası.

* * *

7 Eylül 1946 devalüasyonunda ilkokul öğrencisiydim. Hiçbir şeye aklım ermiyordu ama, gazeteler 7 Eylül kararlarıyla, hükümetin halkı perişan ettiğini yazıyordu. Ben de hükümete bozuluyordum tabii. 1958 devalüasyonunda ODTÜ'de iktisat öğrencisiydim. Dolar, Merkez Bankası'nda 3, karaborsada 15 liraydı. Devrin başbakanı Menderes'e sormuşlar: ‘‘Beyfendi (o zamanlar başbakanlara beyfendi denirdi) devalüasyon yapacağız, dolar kaç lira olsun emrediyorsunuz?’’ O da cevap vermiş: ‘‘Merkez Bankası kuruyla, karaborsa kurunu toplayıp, ikiye bölün.’’ Onlar da öyle yapmışlar ki, dolar 9,02 TL olmuştu. (Ne hassas hesap?)

* * *

Bu ülkede en ayıp şey, devalüasyondur. Aileden orospu çıkması gibi bir şeydir. Kim hangi cüretle, ülkenin onuru olan ulusal paranın değerini düşürür? Paranın aşırı değerlenmesine sebep olmak ayıp değildir. Döviz karaborsası yaratmak ayıp değildir. Cari işlemler açığı verdirmek ayıp değildir. Üç ayda yüzde 50 reel faizle tahvil ihraç etmek ayıp değildir. Mevduata yüzde 30 reel faiz vermek veya kredi faizlerini reel yüzde 80'e yükseltmek ayıp değildir. Bir gecelik faizin yüzde 7000'e çıkması ayıp değildir. Ama devalüasyon kelimesini ağıza almak bile ayıptır.

* * *

Bir ülke cari işlem fazlası veriyorsa bu, ulusal tasarrufların bir kısmı yurtdışına gidip, dövize dönüşüyor anlamına gelir. Eğer bir ülke cari işlem açığı veriyorsa bu, yabancıların tasarrufları, faizle ödünç alınıyor demektir. Bu bir eşitliktir. Son yirmi yılda, ekonomisi en hızlı büyüyen ülkeler arasında Çin ve diğer Pasifik kaplanları gelir. Bunların hepsi, ‘‘cari işlem fazlası’’ vererek büyümüştür. Cari işlem açığı vererek büyümek diye nebat yoktur. Bilmem anlatabildim mi? (ABD ekonomisini ayrıca tartışırız.)

Son Söz: Yabancı sermaye, cari işlem fazlası veren ülkeye gider.
Yazarın Tüm Yazıları