Ege Cansen: Fil ve fare






Ege CANSEN
Haberin Devamı

BUGÜN size, The Times Gazetesi'nin Baş Önder Yazarı Bn. Rosemary Righter'ın ‘‘kanaat oluşturan’’ bir araştırma makalesinden bazı bölümler aktaracağım. Bn. Righter, 20-30 yıl önce az gelişmiş ülkelerin sosyal ve ekonomik meseleleri hakkında makaleler yazarken ‘‘yardım’’, ‘‘gelişme’’ ve ‘‘üçüncü dünya’’ kelimelerinden uzak durmaya karar vermiş. Çünkü bakmış ki, bu kelimeleri kullananlarda, az gelişmiş milletlere ‘‘akıl hocalığı, hatta amirlik’’ taslama eğilimi mevcut. Bu paradigmadan kaçmak isteyen Righter, yasak kelimeler listesine şimdi de, 1950'lerden sonra sözlüklere giren ‘‘ulus-aşırı’’ (transnational) ve ‘‘yönetişim’’ (governance) kelimelerini eklemiş. Ulus-aşırı kelimesi kısaca ‘‘başka ulusların işine karışma hakkı’’ demek. Yönetişim ise hükümet, yargı, iş álemi, örgütler ve medya arasındaki karşılıklı ve iç içe ilişkiler demek. (Bizde, ülke yönetiminde hükümete dışarıdan ortak olmak demek.)

Bu iki kelime art arda gelince ‘‘ulus-aşırı yönetişim’’ (transnational governance) diye bir kavram ortaya çıkıyor. Bu da zengin ülkelerin (özellikle gençlerinin, aydınlarının ve çeşitli örgütlerinin) az gelişmiş ülkelerin her işine maydanoz olması anlamına geliyor. Ulus-aşırı yönetişim yanlısı zengin ülke bilmiş delikanlılarına göre, ‘‘kapitalizm’’, ‘‘serbest ticaret’’, ‘‘çokuluslu şirketler’’, ‘‘pazar ekonomisi’’, ‘‘sermayenin serbest dolaşımı’’, kısaca ‘‘serbestleşme’’ fakir ülkelerin zararına işliyor. Bu inançla, dünyanın neresinde (Seattle, Washington, Prag veya Quebec) bir uluslararası örgüt (WTO veya IMF vb.) toplantısı yapılırsa, onlar o kenti basıp güvenlik güçleriyle savaşa giriyor, TV'lerde görünmeyi sağlıyor ve böylece mesajlarını kamuoyuna aktarıyorlar.

* * *

Küreselleşme, şüphe yok ki, dünyanın ekonomik ve sosyal dokusunu bir hayli değiştirdi. Bu yeni yapılanma, beraberinde bir sürü fırsat ve tehlike getirdi. Şimdi ortada iki tez çarpışıyor. Acaba az gelişmiş ülkeler, küreselleşmenin getirdiği fırsatları kullanabilecekleri daha ‘‘serbest ve verimli’’ bir ekonomik yapı kurabilecekler mi? Yoksa, az gelişmiş ülkeler için ‘‘yasa ve yasaklarla’’ idare edilmek daha mı gerçekçi? Ulus-aşırı yönetişimin zengin ülkelerdeki eylemcileri, ikinci tezi savunuyor. Onlar, az gelişmiş ulusları, küreselleşmenin tehlikelerinden korumak istiyor.

Şimdi de gelelim, bu düşüncelere dayanak teşkil eden tevatürlere. Birinci tevatür: Küreselleşmiş bir ortamda, ulusal hükümetlerin etki ve yetkileri daralmaktadır. Gerçek o ki, hemen her ülkede hükümetler (yani devlet) hálá, inanılmaz derecede etkin ve yetkin. Esasen hiçbir serbestleşme ‘‘mevzuatın’’ olmadığı bir düzeni öngörmüyor. İkinci tevatür: Küreselleşme, dünyayı daha zengin yapıyor, ama bundan sadece zenginler yararlanıyor. Gerçek: Küreselleşme sürecinde yer ve rol almış her ülke ve onun halkı, içine kapanmış her ülkenin halkından daha müreffeh. Tevatür üç: IMF ve Dünya Bankası'nın dayattığı ‘‘yapısal reformlar’’ o ülkenin fakir insanlarını eziyor. Gerçek: Kötü yönetilen ülkelerin fakir insanları, özellikle enflasyondan çok büyük zarar görüyor. Kamu harcamaları, zannedildiği gibi fakirlere değil, orta ve üst gelir grubuna yarıyor. Tevatür dört: Küreselleşme, çevrenin tahribatına yol açıyor. Gerçek: Tam tersi. Kapalı ekonomilerdeki çevre kirlenmesi inanılmaz boyutlarda. Tevatür beş: Küreselleşme, ücretlerin aşağıya gitmesine sebep oluyor. Gerçek: Küreselleşme, yatırımların artmasını, milli gelirin yükselmesini sağlıyor. Bu da günün sonunda, halkın çoğunluğu için zenginleşme demek oluyor.

SON SÖZ: İçine kapanan, kısmetini bağlar.

Yazarın Tüm Yazıları