YILLARDAN beri, ekonomi denince, akla öncelikle faiz ve döviz gelmektedir.
Gerçekten de faiz ve döviz (fiyatları) ulusal ekonominin sağlığı açısından çok önemlidir. Çok kaba bir tasnifle, ekonomi yorumcularını ikiye ayırabiliriz. Birincisi, faiz hadlerinin yükselmesinden; ikincisi, döviz fiyatlarının artmasından endişe etmeyenler. Ben, bilindiği gibi ikinci kategoriye dahilim. Tekrar etmek gerekirse, faiz hadlerinin yükselmesini, ekonomi için çok zararlı bulurken, döviz fiyatlarının artmasından hiç endişelenmem. Hatta denebilir ki, birinci oldukça ekonominin krize gitmesinden korkar, ikinci oldukça ülke ekonomisinin ‘‘dışa açık’’ şekilde yani doğru yoldan büyüyeceğine inanırım. Ancak Türkiye'de sözü geçen iktisatçıların çoğunluğu birinci kategoriye girer. Onlar faizler düştükçe ekonominin krize girmesinden korkar ve ‘‘faizler yükseltilmelidir’’ tavsiyesinde bulunurlar. Döviz fiyatları düştükçe de memnun olurlar. Asla döviz fiyatlarının artmasını istemezler. Bunun bir açıklaması olmak gerekir.
* * *
Aslında, iktisatçılar arasında böyle ciddi bir fikir ayrılığı olmamalıdır. Çünkü iktisadi stratejilerin hedefleri konusunda herkes mutabıktır. Amaç, milli gelirin artması, enflasyonun önlenmesi, istihdamın çoğalması ve gelir dağılımının daha eşitlikçi olmasıdır. Bu hedeflere, isterseniz bir de döviz dengesinin sağlanmasını (cari işlemler hesabının sıfır noktası civarında dolaşması) ekleyebiliriz. Madem ki, iktisatçılar hedefler de mutabıktır, niçin yol/yöntem konusunda farklı tercihlere sahiptir?
* * *
Bunun sebebi öncelikleri farklı görmektir. Mesela en kısa zamanda enflasyonu aşağı çekme hedefleniyorsa (tabii enflasyonu yüksek bir ülke ekonomisinden söz ediyoruz) bir yandan yüksek faizlerle yatırım ve kısmen de tüketim harcamaları frenlemek, yani enflasyonda ‘‘talep çekmesi’’ gücünü kırmak, diğer yandan düşük döviz fiyatlarıyla ‘‘maliyet ittirmesi’’ enflasyonu yavaşlatmak en emin yoldur. Amprik bulgular, az gelişmiş ekonomilerde, enflasyonun, döviz fiyatlarına duyarlı olduğunu göstermektedir. Yani, döviz fiyatları durunca, enflasyon düşmektedir. 2001'de ve bu yıl başından beri Türkiye'de yaşanan olgu budur.
* * *
Benim dahil olduğum görüş sahiplerinin ilk itirazı, bu yöntemle sağlanacak düşük enflasyonun kalıcı olamayacağı noktasında yoğunlaşmaktadır. Eğer, düşük döviz fiyatları, cari işlemler açığını sürdürülemez (mesela milli gelirin yüzde 6'sı) mertebesine yükseltirse, ülkenin önce bir devalüasyon krizine girmesi ve bunu máli ve iktisadi krizlerin izlemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla, enflasyonu düşürmenin bir hüsranla sonuçlanmaması için, cari işlemler açığının büyümesine izin verilmemelidir. Bunun çaresi, yüksek faizlerle ekonomiyi daraltmak mıdır? Diğer görüş sahiplerine göre evet. Benim bu noktadaki itirazım, yüksek reel faizlerin ‘‘fahiş’’ mertebelere çıkmasındadır. Bunun da ölçüsü reel olarak yüzde 10'u geçmesidir. İşte o zaman gün kurtulmakta, ama ekonomiye kalıcı hasar verilmektedir. Yani bankacılık kesiminde dayanılmaz düzeyde ‘‘kötü alacaklar’’ oluşmaktadır. Bunun sonucunda bankalar batmakta ve batık alacakların yükü devletin (yani halkın) sırtına bindirilmektedir. Bunu 2001 krizinde bilfiil yaşadık. Tekrar duruma düşmemek için, hem TL faizlerini daha da düşürmeli, hem sıcak para girişlerini vergileyerek, döviz fiyatlarını yükseltmeliyiz.
Son Söz: Dış borç veren yoksa, dış açık vermek mümkün değildir.