ENFLASYONİST bir ortamda, faiz hesaplarında mutlaka bir enflasyon düzeltmesi yapılması gerektiğini yazmıştık.
Bu düzeltme, cari fiyatları sabit fiyatlara indirgeme işlemi değildir. Akılda kalması gereken şudur: Faiz hesabında enflasyon düzeltmesi, alınan veya verilen faizden, enflasyonun ana para üzerinde yarattığı eksilmeyi düşmektir.
Ana parası döviz olan varlıkların veya borçların, alınan veya verilen faizleri, reel faiz kabul edilir. Yani burada bir enflasyon düzeltmesine gerek yoktur. Çünkü borcun veya alacağın ana parası, TL.'deki enflasyondan etkilenmez. Dolayısıyla ana parada bir değer aşınması olmaz. Ancak, Türkiye'de yürürlükte bulunan vergi mevzuatına göre, tüzel kişilerin (şirketlerin) dövizli varlıkları veya borçları yol sonunda, cari kurdan değerlenmekte ve adına ‘‘kur farkı’’ denilen bir gelir veya gider hesaplanmaktadır. Kur farkının gelir veya gider olmadığı kesindir. Ancak, tüzel kişilerin aldıkları veya ödedikleri nominal TL. faizlerde de, bir enflasyon düzeltmesi yapılmadığı için hesap tutarlılığı açısından, kur farkına gelir veya gider diye bakmak uygun olmaktadır. Nitekim enflasyon muhasebesinde, hem faizler düzeltilmekte hem de kur farkları iptal edilmektedir.
* * *
Gelelim faiz dışı fazla hikáyesine. Devletin ödediği (veya ödeyeceği) TL. faiz giderleri hesaplanırken enflasyon düzeltmesi yapılmamaktadır. Dövizli borçların ana paraları üzerinden kur farkı gideri hesap edilmezken, dövize endeksli iç borçlar üzerinden kur farkı hesap edilerek faiz giderlerine ilave edilmektedir. Dolayısıyla, bütçede yer alan faizler, nominal faizdir, ‘‘reel faiz’’ değildir. Dolayısıyla, faiz adı altında yapılan ödemelerin bir kısmı, ‘‘faiz değil, ana para geri ödemesi’’dir. Ana para geri ödemesi olduğu için de ‘‘gider’’ değildir. Özet olarak, bütçede yer alan faiz harcamaları olduğundan fazla gösterilmektedir. Bu bilinen bir hatadır. Mesela 2003 için öngörülen faiz harcamaları 65 katrilyon liradır. Yılbaşı itibarıyla 150 katrilyon TL. olan kamu borçlarının yüzde 80'i, yani 120 katrilyonu TL. cinsindendir. 2003'te enflasyon yüzde 20 olsa, 24 katrilyonluk bir ana para aşınması ortaya çıkar. Demek ki, her şey öngörüldüğü gibi gitse, 2003 yılında devletin faiz harcamaları 65 değil, 41 katrilyon lira olacaktır. Günümüz şartlarında Türkiye'nin en önemli makro ekonomik denge göstergesi, ‘‘kamu borçlarının, milli gelire oranı’’nın artmamasıdır. Bu oranın sabit kalması için, faiz dışı fazla vermek şarttır. Bunun hesabı şöyledir: Kamunun ödeyeceği reel faiz yüzdesinden, milli gelir artış yüzdesi çıkartılır, kalan yüzde denge için gerekli ‘‘faiz dışı fazlanın milli gelire oranıdır’’. Bu sağlanabalirse, pay ve payda aynı yüzdede artmış olacağından ‘‘Kamu Borç Stoku/Milli Gelir’’ oranı değişmez. Bu basit bir hesaptır. Ancak hesabı oluşturan değişkenlere hákim olma o kadar basit değildir. Mesela, enflasyon öngörüldüğü gibi % 20 olsa, milli gelir umulan kadar artsa, mutlak rakam olarak faiz dışı fazla da tutturulsa, sadece nominal faizler öngörülen seviyelere düşmese ‘‘Borç/Milli Gelir’’ oranı büyür. Tersine, milli gelir (2002'de olduğu gibi) umulandan fazla artarsa, faiz dışı fazla mutlak rakam olarak tutmasa da ‘‘Borç/Milli Gelir’’ oranı küçülür. Bütçedeki faiz dışı fazlayı tutturmak, zannedildiği gibi, tek başına bir hedef değildir. Mesele, makro dengeyi bozmamak, hatta iyileştirmektir.
SON SÖZ: Reel faiz bilinmeden, faiz dışı fazla hesaplanamaz.