BUNDAN yaklaşık beş yıl önce bu köşede yayımlanan ‘Demokrasiyi, müslümanlar; İslam’ı láikler kurtaracak’ yazımı, geçen Cumartesi tekrar yayımladım.Bunun sebebi, Türkiye’de demokrasinin, hem geniş halk kitleleri tarafından daha fazla benimsenmesinde, ama çok daha önemlisi, cumhuriyetçi láikler tarafından iyice hazmedilmesinde ‘müslümanlar’ın önemli rol oynamış olmalarıdır. Bu süreçte, Başbakan Erdoğan’ın geçirdiği değişim çok önemlidir. Onun önderliği olmasaydı, ne bugünkü Ak Parti olurdu, ne de AB’ye uzun yürüyüşte bu kadar mesafe alınabilirdi. Láikler, Erdoğan’ın iktidara gelinceye kadar demokrasiden yanaymış gibi davranıp, gücü eline geçirdikten sonra totaliter bir ‘İslam Cumhuriyeti’ kuracağından şüphelendi. Erdoğan’ın davranışı, İslami bir sözcük olan ve ‘yaşamsal bir tehlike karşısında dinini-mezhebini gizlemende günah yoktur’ anlamına gelen ‘takkiye’ ile ifade etdildi. Şimdi geriye bakıp düşünüyorum, acaba Erdoğan kalben Batıcı idi de, Refah-Fazilet-Saadet hareketinde tasfiye olmamak için mi, İslamcı olarak davrandı. Yani, gizli emeli Türkiye’yi Batı medeniyetine taşımaktı, bunu erken açıklarsa önderliği ele geçiremeyecekti, onun için mi İslamcı gibi konuşup, müslümanlara takiyye yaptı ? Neyse bu işin şakası.* * *Türkiye’de demokrasi müslümanlar tarafından kurtarılmış duruyor. Baksanıza, AB‘nin, bakanları (komiserleri) nasıl da Türkiye’yi demokrasi yolunda yaptığı reformlardan dolayı kutluyor. Demokrasinin içselleştirilmesi babında, cumhuriyetçi láikler son aşamada pek bir sıkıntı yaşamadı. Esasen Türk demokrasisini, AB normlarına uygun hale getirme süreci, ‘müslüman’ Erdoğan’la başlamadı, ama onun sayesinde çok yol aldı. Láikler zaten doğuştan ‘Batıcı’ olduklarından Batı’ya doğru giden bir yürüyüşe karşı çıkamazdı. Velev ki, bu yürüyüşün başında bir İslamcı olsa bile. Zaten insan davranışını, sadece kendi ‘değer sistemi’ şekillendirir. Şimdi geriye İslam’ın, láiklerce kurtarılması kaldı. Bakalım o nasıl olacak ? * * *İslám’ın, müslümanlar veya láikler tarafından kurtarılmaya ihtiyacı var mı ? Eğer İslam’ı yaşayan bir ‘içtimai müessese’ olarak tanımlıyorsak, bu sorunun cevabı ‘evet var’dır. Yok İsám’ı ilahi bir mesaj veya bir felsefe olarak tanımlıyorsak böyle bir şeye gerek yoktur. İslam veya herhangi bir din veya mezhep veya tarikat veya ideoloji veya felsefe ne ise odur. Onun orjinalliği bozulamaz. Bozulursa ortaya çıkan yeni şey, artık o değildir. İslam için her iki tanım da geçerlidir. İslam, bilimsel olarak orijinal haliyle kalır. O, bir kaynaktır; bir referanstır. Ama toplumsal hayatımızı, değişen dünya şartlara uydurmak istiyorsak ki, Avrupa Birliği’ne katılış iradesi, bunun uyumun şahikasıdır; o zaman İslam tek başına gerçek hayatın rehberi olamaz. Kaldı ki; bugün İslam adına fetva verenler, İslam’da şu şöyledir, bu böyledir diye konuşanlar ‘orijinal’ (vahyedilen) İslam’ı mı referans olarak alıyorlar, yoksa onun yorumcularını mı ? Böyle kaynaklara başvurarak, onlar da bir yerde, İslam’ı ‘yaşayan bir içtimai müessese’ kabul etmiş olmuyorlar mı? * * *İslam, bugün enerjini nefretten alan, beceriksiz ve kompleksli toplumların sığınma limanı olarak kullanılmaktadır. İslam ‘marka’sı, katılacağımız Avrupa Birliği insanları arasında ‘olumsuz’ çağrışımlar yapmaktadır. Bu markanın yeniden konumlandırılması şarttır. Fransa, Almanya ve İngiltere’de yürürlüğe giren ve giderek kapsamı genişleyen ‘türban yasakları’ İslam markasının, taşıyana ne kadar ‘eksi’ puan getirdiğini ispat etmektedir. Almanya, her tür İslamcı akımların çok kolayca serpilip geliştiği bir fidanlıktı. Almanlar, ‘bunlar bize dokunmaz, bu bizim meselemiz değildir’diye, bu akımlara hoşgörü göstermiştir. Ama şimdi olayın mahiyeti değişmiştir. İslam, Avrupa’nın ‘kendi meselesi’ olunca, Batı’nın İslam karşısındaki hakiki duruşu, mahkeme kararlarıyla tesçil edilmeye başlanmıştır. İngiltere’de Hintli Sigh’lerin türbanları hiç sorun olmamışken, müslüman kız öğrencinin baş örtüsü sorun olmaktadır. Çünkü, o baş örtüsü ‘İslam’ markasını taşımaktadır. Sorun türbanda değil, İslam markasındadır.Son Söz: İslamı, láik müslümanlar kurtaracaktır.