TÜRKİYE'de 1970'lerin ortalarında başlayan enflasyondan ekonomiyi kurtarmak bugüne kadar mümkün olmadı. Pek tabii, bu başarısızlığın birden fazla nedeni var.Netice itibarıyla, Türkiye'de yıllık enflasyon tek haneli yüzdelere indirilememişse, bundan bu ülkede yaşayan insanlar ve özellikle yöneticiler sorumludur. Ama, enflasyonun düşürülememiş olması, acaba sadece bu ülke insanlarının bir kabahati midir? Yoksa, bu savaşta yenilmiş olmanın gerisinde, dışsal sebepler de yok mudur? Özellikle küreselleşmenin bu süreçte etkisi nedir?* * *Enflasyon kural olarak bütçe açıklarından doğar. Buna, İsrail'i enflasyon belasından kurtaranların başında gelen Prof. Bruno, ‘‘ilk günah’’ adını takmıştı. Tabii toplumlar durup dururken günahkár olmaz. Bu günahın işlenmesinin sebebi, halkın işbaşına getirdiği hükümetlere ‘‘gelir dağılımı değiştirme’’ şartıyla oy vermiş olmasıdır. Hükümetlerin, üretimi yeterince artırmadan, üleşimi değiştirme girişimleri, geliri azalacak sosyal sınıfların direnciyle karşılaşınca, ortaya enflasyon çıkmaktadır. Enflasyonist politikalar, korunmak istenen kesimlere fayda sağlamaz hale gelince, bu politikadan çark etmek istense bile, geri dönüş çok zor olmaktadır. Çünkü, bir yıl önceki enflasyon, ertesi yıl enflasyonunu tetiklemektedir. Dolayısıyla, enflasyonu durdurmak, kısır bir döngüyü kırmaya benzemektedir. Yani mutlaka kural dışı bir program uygulamak ve çok ciddi toplumsal maliyetlere, uzun süre katlanmayı göze almak gerekir. İşte bu süreçte küreselleşme, hükümetlerin işini zorlaştırmaktadır.* * *Küreselleşme; para, mal ve emeğin ‘‘ulusal sınır’’ tanımadan yer değiştirmesi anlamına gelmektedir. Bu hareketlilik, özellikle para için geçerlidir. Çünkü para, en akışkan maddedir. Hele hele, bilişim sektöründe gerçekleşen yepyeni imkánlarla, paranın izini sürmek imkánsızlaşmıştır. Bugün dünyada, tabiri yerindeyse ‘‘Kimin parası, kimin cebinde belli değildir.’’ 1990'larda hız kazanan küreselleşme, birçok ülkede servet transferleri üzerinde var olan kısıtların kalkmasına vesile olmuştur. Nasıl olsa, kayıt dışı paranın hareketlerine engel olamıyoruz, bari kayıt içini de serbest bırakalım daha iyi denmiştir. Başlangıçta, birçok kişi, ‘‘ücretler yüksek olduğu için, emeğin kıt olduğu ülkeye emek; faizler yüksek olduğu için de, sermayenin kıt olduğu ülkeye sermaye akar’’ diye düşünmüştür. Bu gerekçeyle, servet transferleri serbest bırakılınca, zengin ülkelerden, fakir ülkelere doğru bir para (sermaye) akışı olacağını tahmin etmiştir. Her ne kadar, bir miktar böyle bir akım olmuşsa da, özellikle Türkiye gibi enflasyonun yüksek olduğu ülkelere, ‘‘Doğrudan Yabancı Sermaye’’ değil, daha çok kısa vadeli sıcak para girmiş ve çıkmıştır. Giren paranın, geri gitmesi bir yana, daha da kötüsü esasen sermaye birikimi düşük bu ülkelerden dışarıya doğru bir ‘‘sermaye kaçışı’’ yaşanmıştır. Yani Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olunmuştur. Beklenenin tersine cereyan eden bu akım, sadece ülkenin finans kesiminin güdük kalmasıyla sonuçlanmamış, üstelik parasını yurtiçinde tutmaya devam etsinler diye, başta Hazine ve onun ardından giden bankalar, tasarruf sahiplerine çok yüksek reel faizler teklif etmiştir. Yükselen reel faizler yüzünden, bir yandan bütçe açıkları büyümüş; diğer yandan, yüksek borç maliyeti karşısında çok sayıda sınai kuruluş batmış ve batarken kendilerine kredi veren bankaları da batağın dibine çekmiştir.* * *Gelinilen bu noktadan sonra, ne yapılabilir? Mesela, sermaye hareketlerini kısıtlamak fayda sağlar mı, hatta mümkün mü? Zannetmiyorum. Ancak bildiğim bir şey var: Devlet, esnafı, çiftçisi dahil herkesten daha fazla vergi toplamak mecburiyetindedir. Bunu da ekonomik faaliyeti kayıt içine almadan ve harcayana ‘‘Nereden buldun?’’ sorusunu sormadan yapamaz.Son Söz: Danayı izle, anayı bulursun.