HOCALARIMIZ, iktisadi kalkınma derslerine ‘fukaralığın kısır döngüsü’nü anlatmakla başlardı. Önce tahtaya bir çember çizerlerdi.
Tepeye fakirlik, yani kişi başına ‘düşük milli gelir’, saat istikametinde giderek 5 civarına ‘düşük tasarruf’, 8 civarına ‘düşük yatırım’ yazar ve böylece ‘sebep sonuç ilişkisi’ tamamlamış olurdu. Anlatılmak istenen şuydu: Bir millet fakirse, tasarruf düşük olur, tasarruf düşükse, az yatırım yapar.Yatırımları azsa, milli gelir büyümesi düşük olur.Böylece fakirlik, sürer gider.Zaten az gelişmişliğin bir tanımı da kişi başına ‘sermaye terakümünün’ (capital accumulation) düşük olmasıdır. Bu açıklamadan sonra, şu soru sorulurdu: Fakirlik ‘fásit dairesi’ (kısır döngüsü) nasıl kırılır? Sorunun iki cevabı vardır. Birincisi, başka milletlerin tasarruflarını ülkemize çekmek; ikincisi, ulusal tasarruf oranını arttırmak. Hemen şöyle düşünülür, ‘zaten millet fakir; geliri, cari harcamalarına yetmiyor; daha fazla nasıl tasarruf etsin?’ Böylece geriye ‘yabancı sermayeyi’ ülkeye çekme şıkkı kalır. Zaten kalkınmış ülkeler de başka milletleri ‘sömürerek’ kalkınmıştır denir. Zaten atalarımız, maalesef iktisattan anlamadıkları için, hakim oldukları ülkeleri yeterince sömürememiş, anavatan da bu yüzden zenginleşememiştir. (Yoksa değil mi?)
* * *
Yukarıda anlattığım ‘yabancı sermayeyle kalkınma’ tezi, en az 150 yıldır bu ülkede ‘fikr-i-müdór’dir. Yani ülkeyi yönetenlerin, düşünce ve kararlarına yön veren ‘müdür fikir’ budur. 1923-1950 arasında, zaman zaman raslanan ‘ulusal kaynaklarla yetinme’ cereyanları, bir tercih olmaktan ziyade, gerek Büyük Dünya Buhranı’nın (1929-1939), gerekse İkinci Dünya Savaşı’nın (1939-1944) nın zorunlu kıldığı politikalardır. O devirde bile, yabancı sermayeye, mesela Rus sermayesine, hüsnü kabul gösterilmiştir.
* * *
Sermayenin, iktisadi kalkınmanın itici gücü olduğu doğrudur. Artan sermaye, ister yurt içi tasarrufla biriksin, ister yurt dışından gelsin, üretim faktörlerinden biri olarak milli gelir artışı sağlar. Ancak iktisadi kalkınma, ‘yabancı sermaye gelsin, ülkemiz kalkınsın’ şeklinde özetlenemeyecek kadar karmaşık bir fenomendir. Hele hele ‘yabancı sermaye gelince, işsizler iş bulacak’ gibi sevindirik çocuksu bir ifade, hatalı bir genellemedir. Yabancı sermaye, ister sıcak para biçiminde yüksek TL faizlerinden istifade etmek, ister borsadan hisse senedi almak, ister doğrudan yatırım yapmak için gelsin, faizlerin düşmesine (bilhassa döviz kredilerinin) ve TL’nin değer kazanmasına sebep olur. Hem dövizin kendisi ucuz, hem de faizi düşük olunca sanayiciler, işçi tasarruf etmek için ‘sermaye yoğun’ yatırımlara yönelir. Üstüne, değerli TL de, hem nihai üründe, hem de ara mallarında talebi, yerli maldan, yabancı mala kaydırır. Bu yüzden, yeni yatırımlarla sınai üretim artarken istihdam daralabilir.
Son Söz: İktisatta bir şey değişirse, çok şey değişir.