ÜLKENİN kurtulması için ne yapmak lazım sorusuna geleneksel cevabımız, önce başımızdaki kişiden kurtulmaktır.
Osmanlı'da devraldığımız en değişmez siyasi paradigmamız ‘‘sadrazam kellesi istemektir’’. Şimdi Ecevit'in hasta olduğuna, başbakanlık yapacak hali kalmadığına bakıp aldanmayın. Ecevit sağlık bakımından bu hale düşmeden de, sanki medya önünde konuşmaktan başka işi yokmuş intibaı veren işadamlarının ve gölge kabine olarak ülkeyi yönetmekten yorgun düşmüş basının, bu ülkenin kurtulması için ‘‘Ecevit'in gitmesi’’ veya ‘‘bu hükümetin değişmesi’’ veya en azından ‘‘hükümette bir revizyon’’ yapılmasından başka bir önerisi olmamıştır. İnanmazsanız, gazete arşivlerini bir tarayın.
* * *
Bu konuda bundan önce de birkaç defa yazdım. Sadrazam asarak, tahttan padişah indirerek meselelerini çözmeye çalışmış bir kültürün aynen sürdüğünü görmek beni mutsuz ediyor. ‘‘Geldi İsmet, gitti kısmet’’ diyerek İsmet Paşa'yı, fakirliğimizin sebebi gördük. Menderes'ten kurtulmayı o kadar çok istedik ki, onu işbaşından uzaklaştırmak kesmedi, dayanamadık astık. Demirel'den kurtulmak çok uzun süre ‘‘tek çare’’ olarak gündemde kaldı. Hatta, 1971'de muhtıralı darbeden sonra gazetecilerin, Demirel tekrar iktidara gelir mi sorusuna, devrin tepeden inme yetkilisi, ‘‘Güldürmeyin beni’’ diye cevap vermişti. Turgut Özal'dan, Mesut Yılmaz'dan, Tansu Çiller'den veya Necmettin Erbakan'dan kurtulmak da bir zamanlar ümitti. Hepsinden hayırlısıyla kurtulduk, ama meseleler hálá ortada. Ecevit'ten kurtulmaktan başka bir çare düşünmeyenlere bir çift sözüm var. Merak etmeyin, Ecevit'ten de hayırlısıyla (!) kurtulacağız. Şu veya bu şekilde Ecevit'in görevi sona erecek. Bu kadar sabırsız olmayın. Yeltsin'in en az iki yıl hasta hasta işbaşında kaldığını hatırlayın. Ama lütfen, Ecevit başımızdan gittikten sonra, en az üç ay ülke meselelerinin çözümü için öncelikle işbaşındaki hükümetin değişmesi gerekir diye beyanat vermeyin, yazı yazmayın.
İki satır da, seçim sistemi, Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu ve güçlü hükümet nakaratları üzerine söz etmek istiyorum. Bu nakaratların hiçbirinin, ülke meselelerinin çözümü bakımından, kıymeti harbiyesi yoktur. Öncelikle, meselelerin çözümü için her şeyden önce güçlü bir hükümete ihtiyacımız var diyenlere bir sorum var. Bu iştiyakla beklediğiniz güçlü hükümet, Tayyip Erdoğan'ın mı, Devlet Bahçeli'nin mi, Tansu Çiller'in mi, Deniz Baykal'ın mı, yoksa Mesut Yılmaz'ın mı başbakanlığında kurulacak? Yoksa, ‘‘bahtı kara maderini kurtaracak’’ meçhul bir kahraman mı bulunacağını hayal ediyorsunuz? Yoksa on üçüncü kayıp imamın geri gelmesini veya mehdinin zuhur etmesini mi bekliyorsunuz?
Durup bir düşünün. Acaba, her şeye rağmen ‘‘sivri uçları törpülenmiş’’ bir koalisyon, çoğunluğu temsil etmeyen bir tek parti hükümetinden daha daha iyi değil mi? Yerel grup bağlarının çok kuvvetli olduğu bu ülkede, ‘‘bir milletvekillik’’ seçim bölgeleri kurulursa, 550 tane ‘‘rant avcısı’’ siyasi ağa yaratma tehlikesi yok mu? Acaba, siyasi istikrar ve uzlaşma için liderinin sözünü dinleyen milletvekili tipi, yerel çıkardan başka bir şey düşünmeyen siyasi derebeylik sisteminden daha uygun değil mi?