Demek bu kadar olabiliyor

YARIN Şeker Bayramı. Kutlu olsun. Dört gün önce Cumhuriyet bayramıydı. Neredeyse, iki bayram üst üste geldi. Her geçen yıl, milli bayram kutlamaları sönükleşirken, dini bayramlar daha bi öne çıkıyor.

Bu da toplumsal bir değişim. Sosyal değişim, sürekli bir olgudur. Ama her değişim, gelişim değildir. Öyle olsaydı, tüm uluslar çoktan aynı gelişmişlik düzeyinde olurdu. Halbuki, dünyada her ülkenin sefasını sürdüğü böyle bir ‘sürekli iyiye gidiş’ yok. Bazı ülkeler, üstün durumlarını muhafaza ediyor. Üstelik, kendilerinden düşük gördükleri ve gerçekten de ‘teknolojik ve ekonomik’ bakımdan aşağı seviyede olan ülkelere hiç saygı göstermiyor.

*

Pazartesi günü Belçika Mahkemesi, Sabancı katliamı sanıklarından Fehriye Erdal’ın, Belçika’da bu suçtan dolayı yargılanamayacağına karar verdi. Daha önce de Türkiye’de yargılanmasını reddetmişti. Türkiye’ye bundan daha büyük bir hakaret olabilir mi? Benzeri bir suç Amerika’da işlenmiş olsaydı, yani üç sivil insan işyerlerinde hunharca öldürülse ve cinayet sanıklarından biri olan bir Amerikan vatandaşı da Belçika’ya kaçsaydı, acaba Belçika Mahkemesi böyle bir karar alabilir miydi? Alamazdı tabii... Eskaza aldığını farzedelim, vallahi Amerika, Belçika’yı füzelerle havadan bombalardı.

*

Türk ekonomisine yön verenler, hálá görevlerinin ‘dışarıdan para bulma’ olduğuna inanıyor. Dışarıdan para buldukça da vazifesini yapmış insanların huzuru içinde ve iftaharla yaptıklarını anlatıyor. Cari işlem açığı veren bir ülke ‘sürekli borçlanıyor’ demektir. Bu borcun, kamuya veya özel sektöre ait olması neticeyi değiştirmez. Bir sıkışıklık anında özel sektör, dış borçlarını ödemek için sonunda kamunun elindeki döviz kaynaklarını kullanacaktır. Onun için, kamunun dış borcu azalıyor, sorun yok demek kendini aldatmaktır. Borçlanma arttıkça da ‘dışa bağımlılık’ artmaktadır. İktisadi bağlamda dışa bağımlılık arttıkça da, siyasi alanda dışa bağımlılık kaçınılmaz olmaktadır. Haysiyetli dış politika için, haysiyetli iktisadi politikaya ihtiyaç vardır. Yabancı sermaye gelmezse, aç kalırız, çocuklarımız işsiz güçsüz kalır diye düşünmeye başlanırsa, insanın ruhu ve fikri özgürleşemez. Uygulanması mümkün olan çok daha iyi çözümler geliştiremez. Sadece ‘daha fazla borçlanılır.’

*

‘Birinci Osmanlı’ devleti, I. Dünya Savaşı sonunda iktisaden iflas edip, fiilen bitmiş. Demek ki, kötü yönetilmiş. İstiklal Savaşı zaferi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de gele gele ancak bugünkü düzeye gelmiş. Demek ki, o da kötü yönetilmiş. Bakalım, cumhuriyetin iyice gözden düştüğü bu ‘İkinci Osmanlı’ dönemde olaylar ne yönde gelişecek?

Son Söz: Ayağa kalkmak için, düşmeyi göze almak gerekir.
Yazarın Tüm Yazıları