TAYYİP Erdoğan'ı, başbakan olduğu için kutluyorum. Uzun ve meşakkatli bir yolda ilerleyerek, demokratik bir şekilde bu makama geldi.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim sistemi, başbakanlık üzerine kuruludur. Cumhurbaşkanı, daha üst bir makammış gibi dursa da, aslında ipler başbakanın elindedir. Çünkü, başbakanın ‘‘para harcama yetkisi’’ cumhurbaşkanına göre kıyaslanamayacak kadar geniştir. İdarede, gücün kimde olduğu, paraya kimin hükmettiğiyle anlaşılır. Sosyal antropoloji tarih boyunca, tüm toplumlarda ‘‘parayı verenin, düdüğü çaldığını’’ söylemektedir. Burada bilinmesi gereken şudur: Paranın üstüne oturan değil, parayı harcayan cemiyet hayatında saygı görür. O kadar ki, paranın nasıl kazanıldığı veya harcanan paranın aslında kamuya ait olmaması bile önemli değildir. Toplum indinde kişiyi muteber kılan ‘‘para harcama gücü’’dür. İnsana itibar sağlayan para harcama gücü hakkında, bir inceliğe dikkatinizi çekmek isterim. Bu saygınlık, parayı istediği gibi harcama serbestliği ile doğru orantılıdır. Kamu yönetiminde ‘‘ita amiri’’ makamında olup da bütçeye, programa ve usulüne uygun olarak para harcayanların itibarı, harcadıkları para ne kadar büyük olursa olsun, fazla yüksek değildir. Halk içinde muteber olan harcama yetkisi, istediğine, istediği zaman, istediği kadar para verebilmektedir. ‘‘Verdimse, ben verdim’’ diyebilmek çok önemlidir. Toplum, Başbakan Erdoğan'ı önce buradan zorlayacaktır. Delikanlılık, öncelikle bu sınavda ortaya çıkacaktır.
* * *
Başbakan olmak, kim olursa olsun, bir kişi için çok büyük bir başarıdır. Bir tarihte Demirel'in, ‘‘Çankaya'da her sabah uyandığımda, beni bu mevkie getirdiği için Allah'a hamd ediyorum’’ dediği gibi, Erdoğan da her gün başbakan olmasına izin verdiği için Allah'a şükredebilir. Ama biz, Erdoğan'ın Kasımpaşalı bir delikanlılıktan gelip, başbakan koltuğuna oturma başarısı göstermesiyle mutlu olmalıyız. Bununla, o mutlu olabilir. Bu hikáye, magazin haberi olmak dışında bizi ilgilendirmez. Bizi, yani toplumu ilgilendiren şey, onun başbakanlıkta ne kadar başarılı olacağıdır.
* * *
Tayyip Erdoğan, kötü bir devrede başbakan oldum diye üzülmesin. Aslında bu onun için çok büyük bir fırsattır. İyi bir devrede (böyle bir devrenin olup olmadığına da pek emin değilim) işbaşına gelen biri için, işleri daha iyiye götürmek zordur. Ama birçok gailenin üst üste geldiği bir dönemde, doğru kararları alarak, ülke yönetiminde çok hızlı ve göz kamaştırıcı başarılara imza atmak mümkündür. Nitekim Erdoğan, kendisini başarıya götürecek yolun taşlarını, başbakan olmadan döşemeye başlamıştı. Daha henüz, sadece seçimi kazanmış AKP'nin genel başkanı iken, Türkiye'yi ‘‘Avrupa Birliği’’ne dahil etmek ve aynı esnada ‘‘Amerika'yla stratejik ortaklığı’’ sürdürme konusunda önemli girişimlerde bulunmuştu. Şimdi başbakan olduktan sonra, kendi döşediği yoldan yürümesi kadar doğal bir şey olamaz. Pek tabii, izlenecek bu yolun da sakıncaları ve maliyeti vardır. Bu yüzden kendisine, gerek partisi içinden, gerek partisi dışından acı eleştiriler gelecektir. Gerek bu eleştirilerden korkmamak, gerekse başbakan olmadan önce Batılı devlet adamlarına verdiği sözlerden caymamak, delikanlı olmanın icabıdır. Bu da ikinci sınavdır.
SON SÖZ: Delikanlı, kaçarken değil, kovalarken vurulur.