İNSANIN hayatı aramakla geçiyor. Aradığını bazen buluyor, bazen bulamıyor.
Çocuk, ana rahminden çıkar çıkmaz, telaşlı, huzursuz ve sinirli bir şekilde, hayatta kalmasını sağlayacak gıdayı arıyor. Memeyi bulunca emiyor, karnını doyuruyor, rahatlıyor, huzura kavuşuyor ve uykuya dalıyor. Ta ki, yeniden acıkıncaya kadar. Çocuğun aklı fikri beslenmekte. Ne bulsa ağzına götürüyor. Çünkü, hem yaşaması hem de büyümesi için gıda alması gerek. Beslenmek benim de ‘‘hak’’kımdır diyor. Yani insan, doğumundan itibaren hakkını arıyor, bu süreç bir ömür boyu sürüyor. Bebek nasıl ilk hakkını ‘‘annesinden’’ istiyorsa, insan hayatı boyunca da ihtiyacı olan her şeyi ‘‘başkalarından’’ talep ediyor. Bebeğin gıda hakkını alması için, annenin besleme vazifesini yerine getirmesi gerekiyor. Vazifesini yapmayan anneden, çocuk hakkını alamıyor. Çocuk büyüyor, talep ettiği haklar çeşitleniyor. Haklarını alması için, yeni vazifeliler bulması gerekiyor. Vazife yapılmazsa, haklar alınamıyor. Bu vazifeliler de insan, onlar da haklarını arıyor. Hakkını arayan birey, topluma ‘‘vazifeni yap’’ diyor. Toplum da bireye ‘‘Sen vazifeni yap’’ diye karşılık veriyor. Bazıları ‘‘Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’’ derken, uyanık olanlar ‘‘Gözlerimi açarım, hakkımı alırım’’ düsturunu benimsiyor. Vazifeler yapılmadıkça, haklar bir türlü alınamıyor.
Bedenin hakkını almakta zorlanan ‘‘ben’’, çareyi ‘‘hakikati’’ aramakta görür. Karşısına çıkan oluşumun içinde hakkına rastlamazsa, o hakikati reddeder. İçinde hakkını bulduğu şeye ‘‘İşte hakikat budur’’ der. Herkes hakkını farklı bir hakikatin içinde bulduğundan, ortaya birden fazla hakikat çıkar. Aradığı hakkını alamamaktan şikáyetçi olanlar, bu sefer de bulduğu hakikati başkalarına kabul ettirmekte müşkilata uğrar. Sonunda, ‘‘Mutlak hakikat yoktur, izafi hakikat vardır’’ hükmüyle toplumsal barış sağlanır.
Çoklu hakikate inanmaktan azap çekmeye başlayan insan vicdanı, tek hakikati yani ‘‘hakkı’’ aramaya başlar. Hakkı aramaya başlamadan önce, ‘‘beden’’i ve ‘‘ben’’i dizginlemek gerekir. Hakka yaklaşmanın ilk emaresi, evrenin ‘‘tek bir bütün’’ olduğunu idrak etmektir. Hakkı bulmak, kolaydır. Çünkü hakkın işaretleri, evrenin her oluşumunda çıplak gözle görülebilir. Ama hakkı idrak çok zordur. Çünkü, bu işaretleri yerli yerine oturtup ‘‘bütünü’’ oluşturmak emek ve yetenek ister.
* * *
İktisatta hakikatleri değil, ‘‘hakkı’’ arayanlardan Hayek,‘‘İktisat, insan yapması değildir, ama içinde insanlar vardır’’ (Economics is not man made, but there is men in it) demiştir. Her geçen gün, Hayek'in bu sözü niçin söylediğini daha iyi anlıyorum. Çünkü genel kabul görmüş yanlışa göre ‘‘İktisat insan yapmasıdır ve içinde insan yoktur’’. İktisadi meselelerin sebebini bulmaya ve onları çözmeye çalışırken bu tanımdan yola çıkılınca bir yere varılamıyor. Bu yüzden tüm insanlarda ve özellikle siyasilerde, iktisadi meselelerin çözümünü, bozuk televizyonu tamirciye götürmek gibi, birilerine ihale edip sonra da bildiğini okumak gibi davranışlara rastlanır. Uzmanların iktisada katkısı asimetriktir. Mesela kötü bir Merkez Bankası Başkanı, tek başına iktisadi kriz çıkarabilir, ama iyi bir Merkez Bankası Başkanı, tek başına çıkmış bir krizi çözemez.
SON SÖZ: Bütünü bilmeyen usta, parçayı kullanamaz.