KAMUDA çalışanlara yapılacak ücret zamları, her sözleşme döneminde mutlaka oynanması gereken bir tiyatrodan sonra belli oluyor
Bu tiyatroya göre, anlaşmadan önce, ortam mutlaka iyice ısınıyor. Sendika yöneticileri, TV kameraları önünde sert beyanatlar veriyor. Hükümeti, sokağa dökülmekle tehdit ediyor. Halkta bir endişe yaratılıyor. Görüşmeleri yürüten ilgili devlet bakanıyla ipler kopartılıyor, araba tam devrilmek üzereyken, devreye başbakan giriyor, bütçe imkánları zorlanarak hatta üstüne çıkılarak (?) son bir jest daha yapılıyor ve günler torbaya girdiği için, gece yarısından sonra bir anlaşmaya varılıyor. Çünkü, her ne kadar emekçilerin haklı talepleri karşılanmamış olsa bile, ülkenin içinde bulunduğu çok kritik durum dolayısıyla, sendikacılar vatan sevgisi ve sorumluluk duygusuyla hareket edip, son teklife evet diyor. Bu kadar yorgunluktan sonra, insan bir buçuk yoğutlu kebap yer herhalde.
* * *
Toplu sözleşme, iktisatta ‘fiyat teşekkülü’ sürecinin bir parçasıdır. Emek piyasasında, yüksek vasfı olmayan, yani ‘bireysel pazarlık’ gücü kısıtlı emekçilere, ücret pazarlığında işverenler karşısında yeterince güçlü olması için ‘toplu görüşme’ hakkı tanınmıştır. Olaya pür serbest pazar ekonomisi açısından bakılsa, toplu pazarlık, emek arzı üzerine kısıtlama getirmektir; dolayısıyla rekabet hukukuna aykıdır. Toplu pazarlık sayesinde, emek fiyatı (ücretler), olması gereken düzeyden daha yukarıda oluşur. Çünkü bu sistem, sözleşme yapanlara göre daha düşük ücretle çalışmaya razı milyonlarca işgücü varken, daha önce işe girmiş olanlara, mevcuttan da yüksek ücret isteme ve bunu işverene dayatma imtiyazı vermektedir. Bu imtiyazın istismar edildiği durumlarda ortaya ‘rant’ çıkar. Bu sendikalaşma rantıdır. Ücret şeklinde alınır.
* * *
Toplu sözleşme sistemi, sanayileşmiş ülkelerde geniş bir ‘orta sınıf’ oluşmasını sağlamıştır. Bu orta sınıf sayesinde, sanayi ürünlerine yeterli bir iç talep oluşmuş ve firmalar ölçek ekonomisinden yararlanacak kadar büyüyebilmişlerdir. Bu büyüklüğe ulaştıktan sonra, ulaştıkları düşük maliyetlerle dış piyasalarda da rekabetçi olabilmişlerdir. Böylece iktisadi kalkınma, sosyal barış ortamında gerçekleşebilmiştir. 1980’lerden önce gücünün doruğuna ulaşan sendikacılık, ‘keskin sirkenin küpüne zarar vermesi’ gibi zayıflama sürecine girmiştir. Kaldı ki, üretim robotları, bilişim sistemleri ve Çin gibi ucuz emeğe dayalı ekonomilerin gelişmesi, vasıfsız emekçilerin (toplu dahi olsa) pazarlık gücünü aşındırmıştır. Ülkemizde de bu değişimi gözlemliyoruz. Bu yeni dönemde, eski tip sendikacılık gösterileri can sıkmaktan başka bir işe yaramamaktadır.